kalbini yarıp baktın mı / Kalbini yarıp baktın mı? - Panorama News

Kalbini Yarıp Baktın Mı

kalbini yarıp baktın mı

KERAMET VE GAYBI BILME MESELESI

Gaybı bilmekle ilgili iddianın asıl adı "keşf" olmakla birlikte bunun mümkün olduğu savunulurken hareket noktası kerâmet olarak gösterilmektedir.

Her insanın vukuundan önce hissettiği birtakım olaylar olmuştur. Ancak olay vuku bulmazdan önce kişideki o his, bilgi derecesine ulaşır mı? Ya da salih kişilerde bu his, bilgi derecesinde kesinlik kazanır mı? Bu soruya Islâm dini açısından cevap arıyorsak elbette müracaat edeceğimiz kaynak, Kur'an-ı Kerim olacaktır. Yüce Allah gayb bilgisiyle ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

"Gaybın anahtarı O'nun yanındadır. Onları O'ndan başkası bilemez" (el-En'am, 6/59)."De ki: Göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybı bilemez" (en-Neml, 27/63). Bu âyetler, Allah'tan başka kimsenin gaybı bilemeyeceğini açık açık ifade etmektedir. O halde mesele, Allah'ın gaybı insanlara bildirip bildirmeyeceğinde düğümlenmektedir. Yüce Allah gayb bilgisiyle ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "(O bütün) gaybı bilendir, gaybına kimseyi muttali kılmaz. Ancak peygamberlerden, bildirmek istediği bunun dışındadır" (Cin, 72/26-27).

Âyet, bu konuda peygamberleri istisnâ etmekte ve onların bilmesini de, Allah'ın irâde ve dilemesine bağlamaktadır. Allah, gayb konusunda peygamberlerine neyi bildirirse, sadece onu bilirler, onun dışında kalanı onlar da bilemezler. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de peygamberimizin dili üzere şöyle buyurulmaktadır.

"De ki: ‚Ben size, Allah'ın hazineleri yanımdadır, demiyorum. Gaybı da bilmem; size ben meleğim de demiyorum. Ben, sadece bana vahyolunana uyuyorum. De ki: Körle gören bir olur mu? Düşünmüyor musunuz?" (el-En'âm, 6/50).

Kalb okuma meselesine gelince, bunun da mümkün olmadığı nasslarda açıkça belirtilmiştir. Savaşta yere düştükten sonra kelime-i şehadeti getiren kişiyi öldüren Halid b. Velid'i hesaba çeken Peygamber (s.a.s) Hz. Halid'in: "Korktu da bundan dolayı kelime-i şehadeti getirdi" demesi üzerine Peygamber (s.a.s): "Kalbini yarıp baktın mı?" diyerek kalbdekine muttali olmanın mümkün olmadığını bildirmiştir (Ebû Dâvud, Cihad, 95; Ibn Mâce, Fiten, 1).

Hz. Ömer, Medine'de bir cenaze olduğunda Hz. Peygamber (s.a.s)'den münafıklar hakkında bilgi sahibi olan Huzeyfe b. Yemân'ı gözetler ve onu cemaat arasında görmezse ölünün münafık olmasından şüphelenerek cenaze namazına katılmazdı (Tecrid-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, Ankara 1972, II, 468). Demek ki Hz. Ömer (r.a) da kimsenin kalbini okumuş değildir.

Netice itibariyle kerâmetin sınırlarını gaybı bilmek ya da kalb okumak gibi sınırlara kadar genişletmek, nasslarla bağdaşmayan bir durumdur.

Bu konudaki bir diğer mütalaa Hz. Peygamber bir hadis-i şerifinde "mü'minin ferasetinden sakının Çünkü o Allah'ın nuru ile bakar" (Tirmizî, Tefsîru sûre, 15/6). Âyet-i kerimesinde işaret edildiği gibi, salih bir mü'min ferasetiyle karşısındakınin bazı durumlarını sezebilir. Nitekim yolda yürürken bir kadına bakan bir adam Hz. Osman'ın yanına girince, Hz. Osman (r.a) "biriniz içeri giriyor ve iki gözünde zina eseri gözüküyor" der. Bunun üzerine adam "Rasûlullah'dan sonra bir vahiy mi geliyor yoksa" diye sorar. Hz. Osman "hayır, ancak mü'minin feraseti vardır" der (Nebhânî, Huccetu'l-lahi ‚ale'l-Alemîn, s. 862).

Durum bu noktadan değerlendirilince gaybı bilmenin sınırlarının iyi belirlenmesi gerekir. Yukarıda verilen ölçüler çerçevesinde diyebiliriz ki. her hangi bir kimseyi harikulade olaylar göstermesi nedeniyle, onun veli olduğuna hüküm veremeyiz. Gösterdiği olağanüstü halin de kerâmet olduğunu kabul edemeyiz. Önce bu kimsenin Islâm'a bağlılık derecesine ve Allah'ın şerîatına bağlılık noktasına bakarız. Hakkında hükmümüzü öyle veririz. Nitekim herhangi meşru bir sebebe dayanmaksızın keramet izharına kalkışan kimsenin bu haline iyi gözle bakılmamış kötü görülmüştür. Halbuki en büyük kerâmet, Allah'ın şerîatı üzerinde istikamete olmaktır.

Abdullah et Tüsterî (r.a)'nin yanında kerametten söz edildiğinde şöyle der: "Ne kerâmeti, ne âyeti? Bir takım şeyler ki, zamanı geliyor, Allah (c.c) vakti geldiği için onları ortaya çıkarıyor. Fakat kerâmetin en büyüğü bilesiniz ki, budur: Kendisinde bulunan kötü huylarını, övgüye layık olan iyi huylarla değiştirmendir." Ebu'l Hasan Eş-Şâzelî de bu hususta şunları söylüyor: "Gerçek anlamda Kerâmet: Dosdoğru bir istikametten ibarettir. Bu istikameti de tam olgunluğa eriştirmektir. Bu ise iki temele dayanır. Allah'a gerçek manada iman etmekle ve Allah'ın Rasulünün getirdiklerine zâhirî ve bâtîni manada tabi olmakla sağlanır Kişiye düşen görev, bunları elde etmek için gayretini sarfetmesidir. Tek gayesi olmalı, oda bu iki amacı elde etmek. Fakat, olağanüstü olay anlamında Kerâmete gelince, muhakkık âlimler nezdinde buna itibar olunmaz. Çünkü bu, kimi zaman istikamette bir mertebe kazanmış olanın elinde meydana geldiği gibi, bazan istidrac kabılinden olur."

Ayrıca Allah'ın veli kulları, salih bir kimsenin elinde meydana gelen keramete veya kerametlere itibar etmezler ve gösterilen bu kerâmetlerin o kimsenin üstünlüğüne bir delildir, diye de kabul etmezler. Bu hususta Imam Şafiî şöyle der: "Elinde kerâmetler zuhûr eden her bir kimsenin velilerden olması gerekmez. Bu kimselerin, kerâmet göstermeyenlerden daha üstün olduklarının bir delilidir denilemez, Böyle bir iddia ileri sürülemez. Kerâmet göstermeyen öyle kimseler var ki, kerâmet gösterenlerden çok faziletlidirler ve üstündürler. Zira gerçekte kerâmet, bazen sâhibinin yakînini takviye için ortaya çıkmış olabilir. O kimsenin doğruluğuna ve faziletine bir kanıt olabilir. Ancak bu kerâmet o kimsenin efdâl yani en üstünlüğüne bir kanıt değildir. Zira efdaliyyet yani en üstünlük yakınî anlamda bir iman ve tam anlamıyla Allah'ı tanımakla mümkündür" (bk. Abdullah el- Yâfiî Kitabu Neşri'l-Mehâsini'l-Galiyye, s. 119)

2013 - 2023
islamveihsan.com altında yayınlanan yazıların tüm hakları mahfuzdur. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi yazıların tamamı izinsiz kullanılamaz.

Kalbini yarıp baktın mı?

Herkesin bildiği meşhur bir Hadisi şerif de Usame b. Zeyd’ den naklen şöyle der: Allah Resulü (a.s) bizi cihada göndermişti. Cihat esnasında ben bir adama yetiştim. O, “Lailahe illallalah” dedi. Ben kargımı ona sapladım ve öldürdüm. Bu işten gönlüme bir şüphe düştü. Sonra bunu Hz. Peygamber’e anlattım. Allah Resulü ( a.s ) : “Lailahe illellah dediği halde onu niçin öldürdün?” diye sordu. Ben, ey Allah’ın Resulü! O, ölümden kurtulmak  için söylemiştir, dedim. “ONU KALBİNDEN SÖYLEYİP SÖYLEMEDİĞİNİ BİLMEN İÇİN KALBİNİ Mİ YARDIN?” buyurdu.

    Ondan sonra da şu ayet nazil olmuştu:

            “Ey iman edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayıp dinleyin. Size selam verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek «Sen mümin değilsin» demeyin. Çünkü Allah'ın nezdinde sayısız ganimetler vardır. Önceden siz de böyle iken Allah size lütfetti; o halde iyi anlayıp dinleyin. Şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.”  Nisa, 94

             Ayet ve hadis açıkça göstermektedir ki; insanların beyanı esastır ve kalpleri ancak Allah bilir.

             Buna rağmen siyaset çevrelerine ve bu siyasetin tabanında yer alan üye ve sempatizanlarına, daha doğrusu “PARTİ MÜRİTLERİ” nin tavrına, yazılı, görsel ve sosyal basında  baktığımız da, kalpleri yarıp bakmış gibi hareket etmekte, her türlü yargı ve yaftayı, hatta “dinden çıkarmayı” bile çok rahat yaptıklarını görmekte, özellikle Müslümanım diyenler için bu durumu dehşetle izlemekteyiz.

MASUMİYET KARİNESİ

          Suç kesinleşmediği, yani; yargılama tamamlanıp cezası belli olmadığı sürece kimsenin “HÜKÜMLÜ VE SUÇLU” sıfatıyla değerlendirilemeyeceğini ifade eden, temel hukuk doktrinine “Masumiyet karinesi” denmektedir.

             Bu mühim ve kesin hukuk ilkesine rağmen, yazılı, görsel ve sosyal basında tam aksi hareket edilmekte, muhaliflere veya partisinin, cemaatının, tarikatının karşıtlarına her türlü itham yapılmakta, baştan suçlu ilan edilmekte, her türlü terörist yaftası giydirilebilmekte, hain ilan edilebilmektedir. Yine Müslümanlık adına bunun yapılabilmesi, inanç, iman ve Müslümanlığın ne hale getirildiğini, tamamen anlam dünyasından koparılarak, başka bir yere taşındığını, tahrif edildiğini açıkça görmekte, esefle izlemekteyiz.

      BERAET-İ ZİMMET

              Bir başka  hukuk ilkesi de “beraet-i zimmet” tir. “Aksine bir delil bulunmadığı müddetçe, atfedilen suça yönelik bir delil bulunmadığı sürece, ya da bulunana kadar şahsın suçsuz oluşu “ dur ki, bütün hukuklarda geçerli bir hükümdür.

              Bu pencereden bakıldığında da, büyük bir garabet yaşanmakta, aklına geleni ve sevmediğini çok kolaylıkla “suçlu” ilan edebilmekte, bırakınız yargılamayı, daha ortada bir tutuklama, hatta dava açma bile olmadığı halde, muarız görülenler, siyasi rakipler, suçlu ilan etmeninde çok ötesinde “günah keçisi” hatta “odak” bile ilan edilebilmekte, düşmanca tavır ortaya koyulabilmektedir.

             YARGISIZ  İNFAZ

            Herkesin bildiği, en basit hukuk ilkelerinden biri de, “yargısız infaz” yapılamayacağıdır. Yargılamak ta, itikadi, imani ve ameli  konularda Allah’a, beşeri hukukta da yargı kurumlarına, yani hakim ve savcılara aittir.

                   Hiç kimse kendisi yargı kurumu, hakim ya da savcı yerine koyup, yargılama yapamaz. Hele hele Allah adına bir yargılamada bulunması küfürdür.

                   Maalesef burada da büyük bir yanlışın içine düşülmekte, peşin hükümle hareket edilmekte, çok kolaylıkla, vazifeli ve yetkili olunmadığı halde yargılama yapılabilmekte, insanlar kolaylıkla infaz edilebilmektedir.

    HÜSN-Ü ZAN VE SU-İZAN

               Hüsn-ü zan; iyi kanaat beslemek, karşındaki hakkında iyi şeyler düşünmek demektir. Bunun aksi de “su-i zan”dır. Yani, onun kötü olduğunu düşünmek, hakkında negatif düşünmek demektir. Müslümanlar arasındaki ilişkilerin hüsn-ü zan üzerine kurulu olması gerektiği, esas olanın “hüsn-ü zan”  olduğu bilinmektedir. Müslümanın bir işinde veya sözünde birçok küfür alameti ile bir iman alameti bulunsa, hüsnü zan edip buna kâfir denmemelidir. Maalesef bu konuda da ekseriyetle Müslümanlar tersini yapmakta, su-i zannı esas almakta, Müslüman kardeşine, sırf siyasi ayrılıklar nedeniyle kolaylıkla su-i zan edebilmektedir.

                 Beşeri hukuklarda ve İlahi hukukta da geçerli bütün bu konularda bunca sapma, bunca YAFTALAMA, hangi AKLIN, hangi VİCDANIN ürünüdür?

    Ya da hangi DİNİN EMRİ?

                 Maalesef bütün bu temel esaslarda ve daha birçok imani ve itikadi konularda sapma, hatta cinnet hali yaşanmakta, Filistin, Irak, Suriye, Libya, D. Türkistan, Arakan, Yemen ve daha birçok yaşanmış felaketlerden ibret alınmamakta, maalesef küresel bir felaket, musibet ve uyarı olan KORONA’ dan bile ders çıkarılamamaktadır.

                 Mevla bütün bu olaylardan, hususen Korona’ dan  ders almayı, bütün ümmete ve insanlığa nasip eylesin. Bu musibeti insanlığın üzerinden kaldırsın ve KÜRESEL ZALİMLERİN BAŞINA MUSALLAT EYLESİN. Amin.

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir