kareli deftere isim yazma / Spiralli Şeffaf Kapaklı Kareli Kaktüs Defter

Kareli Deftere Isim Yazma

kareli deftere isim yazma

Deftersiz olmaz

(Bu yazıyı yılında yazmıştım.)

Çocukluğumdan beri defterlere karşı büyük bir sevgi duydum. Sayfalarına kalem değmemiş defterlere, uzun süre kullandığım ve artık bir parçam gibi hissettiğim defterlere, henüz satın almadığım defterlere, içi başkaları tarafından doldurulmuş defterlere Ofisim yok, çalışırken bir defter ve bir kalem bana yetiyor. Yetmesine yetiyor da ben yanımda cins cins defterler ve kalemler taşımaktan kendimi alamıyorum. Çünkü dijital dünyada yazılar bulutlarda gezinirken elimin altında basit ve güzel nesneler olması, her istediğimde onlara dokunabilmek hoşuma gidiyor. Üstelik güzel olması için en pahalısına ya da en yeni modeline para yatırmaya da gerek yok. Bazen dünyanın en şahane defteri, dünyanın en ucuz defteridir.

Defterinizi evde unuttuğunuz gün, tatsız bir gündür; kafedeki garsondan boş bir kağıt istersiniz ama bir şeyler yarım kalır. Çantasız yağmura yakalanırsanız defterinizi ıslanmasın diye ceketinizin içine saklarsınız. Yüzlerce defter arasından en iyisini bulup seçmek son derece keyifli bir iştir. İçi el yazınızla dolmaya başlayan defter daha da güzelleşir. "Ama benim el yazım çok çirkindir," deseniz bile dolu dolu sayfaların karşı konulmaz bir çekiciliği vardır. Defterler, kütüphanelerdeki deri koltuklar gibidir; eskidikçe, yıprandıkça daha şık ve daha rahat olurlar. Biten bir defteri kapatıp arşive kaldırmak, hayatın bir dönemini kapatıp temiz bir sayfa açmak gibi rahatlatır insanı. Yıllar sonra eski bir defteri açıp bakmak ise şaşırtır, kendinizi tanıyamazsınız. Başta sağ taraftaki yapraklara yazmak daha zevklidir, sonlara doğru sol taraftakilere. Bakkal defteri diye bir şey vardır ve bana nedense çubuk kraker ve gofretleri hatırlatır. Güzel yazı defteri, müzik defteri ve resim defteri de vardır. Çoğumuzun kara kaplı defteri vardır. Düşmanlarımızı, uğradığımız korkunç haksızlıkları ve intikam planlarımızı kayıt altında tutarız. Çocukken bir de anket defterlerimiz vardı (Bir çiçek olsan, hangi çiçek olurdun?) ama şimdi o konuya girmek istemiyorum. Eskiden sayfaların soluna cetvel ve kırmızı kalemle kenar çizgisi çizerdik. Leuchtturm marka defterlerin çizgisiz olanlarının içinden sayfanın altına koyup düzgün yazmak için kareli karton çıkıyor. Okulun ilk haftası öğretmenimiz, her ders için kaç ortalı defter almamız gerektiğini söylerdi. Kırtasiyecide kuyrukta bekleyerek aldığımız defterler, akşam evde kap kağıdı ya da takvim yapraklarının beyaz tarafıyla kaplanırdı. Yeni bir deftere alışmak için en az bir ortayı bitirmek gerekir. Bazı meşhur yazarların defterlerini görünce insanın kendine güveni gelir (O da yazdıklarını beğenmeyip karalıyormuş!), bazen de tam tersi olur. Farklı kapakların (sert, yumuşak, spiralli) kendine göre artıları ve eksileri vardır. Ben sık sık kucağımda yazdığım için sert kapak severim. Her defterin farklı bir kokusu vardır. Defterler güzeldir. Deftersiz olmaz.

Bilgisayar düşmanı değilim. Aksine, bilgisayarlara ve başka her türlü elektronik oyuncağa benim kadar tutkuyla bağlı bir insan zor bulursunuz. Ama iş, kafamdaki karışık düşünceleri yazıya dökmeye geldiğinde ekranın karşısında kilitlenip kalıyorum. Bu yüzden roman olsun, öykü olsun, ilk taslağı mutlaka deftere yazanlardanım.

El yazısının zaman kaybı olduğunu düşünebilirsiniz ama aslında hiç öyle değil. Bir kere bilgisayarı kapattığınızda, insanın kanını emen o "kes kopyala yapıştır" döngüsünden kurtulursunuz. "Önce yazayım, sonra düzeltirim," demeye alıştırırsınız kendinizi. Kafanızın içinde sürekli bağırıp sizi tenkit eden maymunların sesini kısarsınız. Kalem sayfaya değdiğinde, zaman yavaşlar ve ormanda hışırdayan yaprakların sesi, tüm gürültüleri bastırır.

Dahası el yazısının kendine has bir ritmi vardır ve o ritim, yazdığınız cümlelere yansır. Sözcüklerin ahengini daha iyi hissedersiniz. Yavaş yenen bir yemeğin tadına daha iyi varmak gibi bir şeydir bu. Kağıtla kalemin arasındaki temas, kağıdın dokusu, sayfaların kokusu, kalemin ucundan çıkan ses, mürekkebin ıslakken ışıkta nasıl parladığı ve sonra nasıl hemen kuruduğu Bunların hepsi metnin içine sızar. Defterinizin içinde kurduğunuz dünyanın havasına ve suyuna karışır.

Romantizm deyip geçmeyin. Bazı bilimselaraştırmalar, el yazısının beyinde belirli bölgeleri tetiklediğini göstermiş. Tam olarak ne işe yaradığı anlaşılmasa da, bu bölgelerin önemli bölgeler olduğunu düşünüyorlar. Meditasyon yapanların da beyninde aynı bölgeler harekete geçiyormuş örneğin. Beynimizin nasıl çalıştığını doğru düzgün anlamıyor olmamız ama karizma bozulmasın diye anlıyormuş gibi davranmamız çok moral bozucu değil mi? Her neyse Kendi adıma konuşayım, sınavlara yazarak çalıştığımda her şeyi daha kolay hatırlardım, bu da sahiden beynimde önemli bir yerlerin devreye girdiğinin kanıtıdır kanımca.

Birkaç defa denedim ama bir türlü 'Sevgili Günlük' tarzında günlük tutabilen insanlardan olamadım. Tutabilenler, insana ne kadar iyi geldiğini anlatır durur. Bilhassa endişe sorunları yaşayanlar ve depresyondakiler için hisleri yazıya dökmenin iyileştirici olduğunu öne süren araştırmalar var. İşe yaradığına inanıyorum. Hepimiz, hayatımızdaki inişleri ve çıkışları derli toplu ve anlamlı bir öykü haline soktuğumuzda bir nebze rahatlıyoruz. Günlükçüler, bunu yazarak yapmaktan da kaçmayan şanslı kişiler. Dediğim gibi, işe yaradığına inanıyorum ama kendimi bir türlü o kadar yontamadım.

Aynı şey değil ama benim de bir gündelik defterim var. Sürekli yanımda taşıdığım, içine ne istersem yazdığım, roman defterimden ayrı bir defter. O hafta yapılacak işler, okumak istediğim bir kitabın adı, unutmamam gereken bir telefon numarası, aniden aklıma gelen şahane bir fikir Genelde o şahane fikirler birkaç gün sonra çöpü boyluyor ama olsun. Deftere yazınca kafamın içinde sivrisinek gibi vızıldayıp sürekli beynimi kurcalamasından kurtuluyorum. Belki de hayatı ve aklımı kısa bir süreliğine bile olsa düzene soktum hissi beni rahatlatıyor

Günlük defter tutmanın bir de (bence) abartılı yöntemleri var. Modalar halinde gelip geçiyorlar. Son moda, yapılacaklar listesinin steroid kullanan hali gibi görünen bullet journal yöntemi. Ben kafama göre takılmayı tercih ediyorum. Defter tutmanın doğrusu yanlışı yok. Neyin sizi mutlu ettiğini deneye yanıla keşfediyorsunuz. Doğal olarak zamanla alışkanlıklarınız ve tercihleriniz de değişiyor. Arada sırada başkasında gördüğünüz bir şey aklınıza yatıyor, deniyorsunuz. Hoşunuza giderse devam ediyorsunuz.

Mesela şunu Tim Ferriss’den öğrendim. Sabah notları diye bir isim takmış. Aslında son derce basit bir şey: sabah ilk iş olarak defterinize zaman ayırmak. Bazen sadece beş dakika, bazen kahve ve kahvaltı eşliğinde biraz daha uzun bir zaman. Önemli olan ne yazdığınız değil, o zamanı ayırmanız. 

Eğer yeni bir alışkanlık edinmek istiyorsanız (diyelim sabah ilk iş olarak gazeteye / Twitter'a bakmak yerine defterinize bir-iki satır yazı yazmak), Stanford Üniversitesi davranış bilimi profesörlerinden BJ Fogg'un minimum yeterli efor dediği tekniği deneyebilirsiniz. Çok basit bir teknik: Alışkanlık edinmek için tutarlı olmak gerekli, tutarlı olmak için harcamanız gereken çabayı minimumda tutun ki caymak için bir mazeretiniz olmasın. Örneğin her gün bir cümle yazarak başlayın. Günde bir cümle yazmak o kadar kolay ki, gözünüzde büyümeyecektir. Bir hafta sonra günde iki cümleye çıkarsınız. Alıştıkça ve kaytarmaya başlamadıkça adım adım artırırsınız.

Kim ne derse desin, listeler eğlencelidir. Başkalarının listeleri bazen asabınızı bozabilir ama kendi listelerinizi yaparak düşüncelere dalmanın öyle bir yan etkisi de yoktur. Defterinize ne yazacağınıza bir türlü karar veremiyorsanız şu önerilerden birkaçını deneyerek işe başlayabilirsiniz.

  • Okumak istediğiniz kitaplar.
  • Okuduğunuz kitaplar. Bitirdikten sonra defterinize o kitapla ilgili bir-iki satır yazmak ve altını çizdiğiniz kısımları not etmek, son derece faydalı bir alışkanlık. Çünkü okuduğunuz bütün kitapları aklınızda tutmanız imkansız.
  • Alıp da henüz okumaya başlamadığınız kitaplar. Sıraya koymak için bir liste yapmak işe yarayabilir. Hiç olmazsa benim gibi kitabı aldığınızı unutup ikinci defa sipariş etmezsiniz. Sonra da ben niye böyle şapşalım diye kendinize kızmazsınız.
  • (Yeniden) izlemek istediğiniz eski filmler.
  • Günün birinde yazmayı düşündüğünüz öykülere dair ufak tefek fikir parçacıkları.
  • Metroda gördüğünüz ilginç bir tip. Kulak misafiri olduğunuz ilginç bir diyalog.
  • Issız adaya düşme durumunda yanınızda götüreceğiniz 10 albüm. Adada Spotify filan yok, sadece plak çalabiliyorsunuz. Karışık kaset çekmek de yok.
  • Görmek istediğiniz şehirler. O şehirlerde yapmak istediğiniz şeyler.
  • Yaşadığınız şehirde hala görmediğiniz ve görmek istediğiniz yerler.
  • Merak ettiğiniz restoranlar ve kafeler.
  • Arkadaşlarınıza doğum günlerinde alabileceğiniz hediyeler. Ya da tam tersi.
  • Rüyalarınız. Eğer karşınızdaki kişi başrolde değilse, lütfen insanlara rüyalarınızı anlatmayın. İnanın, dinleyenler sırf size ayıp olmasın diye dinliyormuş gibi yapıyor. Arkadaşlarınıza eziyet etmektense rüyalarınızı defterinize yazın. Uyanır uyanmaz yazarsanız unutmazsınız hem.
  • Geceleri uykunuzu kaçıran düşünceler. Yazmaya başlayınca aniden uykunuz gelebilir. Ya da düşünceler kendi kuyruğunu kovalamayı bırakabilir. Ya da üç yıl sonra defterinizi açıp baktığınızda, bu mu uykumu kaçırmış diye düşünür, kendinize gülersiniz.

Not: Defterler sadece yazı yazmak için değildir. Eliniz yatkınsa ufak tefek bir şeyler de çizebilirsiniz. Değilse, mesela dergide gördüğünüz bir resmi kesip yapıştırabilirsiniz. Telefonunuzdaki en güzel fotoğrafı bastırıp onu da yapıştırabilirsiniz. Telefonla konuşurken karmakarışık desenler, dallar, bulutlar, kasabalar ve labirentler çiziktirebilirsiniz.

Defter seçmek, özen gösterilmesi gereken önemli bir iştir. İlk olarak hangi boyutta bir defter istediğinize karar vererek başlayın. Ben genellikle A5 defterlere yazıyorum; hem taşıması kolay, hem de sayfaları psikolojik açıdan ideal boyutta. Psikolojik açıdan diyorum çünkü roman yazarken insanın arada sırada, “Yaşasın bugün on sayfa yazdım,” diyebilmesi gerekiyor ve 10 A5 sayfası doldurmak, 10 A4 sayfası doldurmaktan daha kolay.

Karar vermeniz gereken ikinci detay, kapağın sert mi, yumuşak mı olacağı. Sokakta, parkta, kırda, bahçede kucağınızda yazı yazıyorsanız sert kapak şart. Ayrıca daha dayanıklı. Öte yandan, yumuşak kapaklı defterler daha hafif ve daha hesaplı.

Üçüncü ve belki de en önemli seçenek, sayfaların düz, kareli, çizgili ya da noktalı olması. Ben yıllarca çizgisiz düz defter kullandıktan sonra, birkaç hafta önce, ani bir kararla noktalı defterlere geçtim. Kararıma sadık kalmaya çalışıyorum ama dürüst olmak gerekirse henüz tam alışamadım. El yazımın boyutu ve noktaların satır aralığı arasında bir çekişme söz konusu. Böyle bir konuya bu kadar çok enerji harcadığım için bazen kafayı üşüttüğümü düşünüyorum ama kabul edelim, kafayı üşütmek için gayet güzel bir konu. Madem hoşuna gitmedi, neden çizgisiz defterlere geri dönmüyorsun diye sorabilirsiniz. Buna cevap vermek için noktalı defterlerin avantajlarını ve dezavantajlarını anlatmaya başlamam gerekir ve bu yazı bitmez. Bitse de muhtemelen benimle bir daha görüşmek istemezsiniz.

Bir sonraki adımda kağıdın kalitesine dikkat etmeniz gerekiyor. Kalın kağıt her zaman daha iyidir diye bir önyargı var ancak bu doğru değil. Kurşun kalem kullanan ve yazının dokusu sayfanın arkasından hissedilsin istediği için ince kağıtlı defterler tercih eden bir arkadaşım var örneğin. Ancak dolma kalem kullanıyorsanız kalın ve kaliteli kağıtlı bir defter seçmeniz, hayatınızı büyük ölçüde kolaylaştırabilir. Kağıdın cinsine karar vermek tamamen deneme yanılma işi. Çünkü her kalem ve her mürekkep kağıda farklı tepki veriyor. Doğru defter-kalem kombinasyonunu yakaladığınızda kendi kendinizi tebrik etmeniz ve uzun bir süre o kombinasyondan şaşmamanız yerinde olur.

Son olarak kapak rengine ve desenine karar vermeniz lazım. Bu tamamen zevkinize kalmış. Tabii bütün bunları bir de bütçenize uydurmanız da lazım. Bu aralar en meşhur defter markaları, Moleskine ve onun bir numaralı rakibi olan Leuchtturm Moleskine, Hemingway’in kullandığı defter diye kalbimizi çaldı ama kabul etmek lazım ki Leuchtturm, çok az bir fiyat farkıyla çok daha kaliteli bir ürün.

Bu yazının başında dediğim gibi, gidip dükkandaki en pahalı defteri satın almanız gerekmiyor. Yıllar öncesine ait boş bir ajandayı defter niyetine kullanıp çok mutlu olmak da mümkün.

Beni tanıyanlar, bu yazının ucunun nereye uzanacağını tahmin etmiştir. Evet, doğru defteri bulmakla iş bitmiyor, Deftere uygun kalemi de bulmak gerekiyor. Bazen bunun tam tersi de geçerli, çok sevdiğiniz ve vazgeçemediğiniz bir kaleminiz varsa, defteri ona uydurmanız gerekebilir.

Ben aynı anda üç dört farklı cins ve renk kalem kullanmayı seviyorum. Hem kırtasiyecideki kalem cümbüşünden mahrum kalmayayım, hem de takıntılı ruhuma yeni bir dert bulmayayım diye yıllarca dolma kalemlere sırtımı döndüm. Ama birkaç ay önce inadı bıraktım ve o uçsuz bucaksız dünyaya balıklama atladım. Tahmin ettiğim gibi kısa sürede kendimi kaybettim. Şu anda günlerim mürekkep ve dolma kelem aramakla geçiyor. Bir yandan çok mutluyum ve biliyorum ki artık dolma kalemden geri adım atmam. Fakat bir yandan da evde 50 kedi besleyen teyzeler misali, ben de kalemli amca olacağım diye hafif bir endişe başladı.

Kalemleri başka bir yazıya bırakıp, defterlere geri dönelim.

İster dolma kalem, ister kurşun kalem kullanın; ister gidip en pahalısını satın alın, ister eski bloknotlarınızın arkasına yazın, defterler güzeldir. Deftersiz olmaz.

Nesneler arasında üç boyutlu haliyle kalabilmiş, gelebilmiş olan bir tek o. Annem vaktiyle saklamış. Dört ortalı ve sırtı siyah bezle ciltlenmiş. Üzerinde kaplama kâğıdı yok. Oysa, vaktiyle kaplanmadan kullanılmış olması mümkün değil. Yıllar boyunca yıpranarak -rengi maviydi sanki- etrafı kırmızı çerçeveli isim etiketiyle birlikte atılmış olmalı. Bütün bir müfredatın tanığı olarak yılmaz bir hafıza gardiyanı gibi kitaplık rafında bekliyor.

Müsvedde defterine herşeyi, her şekilde yazıp çizmek serbestti. Bu yüzden -daha sonra edebiyat çevrelerinde de pek rağbet bulan bir deyimle- “karalama defteri” dendiği de olurdu. Ne var ki, müsvedde defteri de, şöyle bir bakışta, inci gibi duran çocuklar yok değildi. Temiz defteri ise, müsveddeden temize çekilen ya da okulda başladıktan sonra evde tamamlanan -bu yüzden bendekinde beceriksiz çizgilerimin yer yer büyükler tarafından düzeltilmiş ya da düpedüz onlar tarafından yapılmış bölümleri rahatça seçilebiliyor- önce sınıfta öğretmene ve diğer öğrencilere, sonra da herkese gösterilebilecek türdendi. Eğer çizilmiş bir şeyin içi renkli kuru boya kalemiyle boyanacaksa, çizgi dışına taşırmamaya dikkat edilirdi. Tam da bu nedenle silgi sıkça kullanılır, ancak o da boyanın izi sağa sola bulaşmasın, defterin kâğıdı örselenip incelerek yırtılmasın diye kâğıda usturuplu sürtülürdü.

Deftere bugün bakınca, birbirini bütünleyen iki ana eksenin varlığı dikkat çekiyor. Bunlardan biri, zenginlik ve varlığın “içeride” olduğuna vurgu yapan “yerli malı haftası”, “nasıl, ne zaman turşu kurulur” türünden konular. Bunlar çocuklara belli bir yaşam tarzının aşılanmasındansa, onları tutumluluğa çağıran, tüketimin aşırılaştırılmasından çekinen bir yaklaşımı akla getiriyor. Büyüklerin, ekmek-pirinç karneleri hikâyeleriyle yokluk zamanları olarak anlattıkları İkinci Dünya Savaşı’nın üzerinden yıl geçmiş olmasına rağmen, kötü hatırası canlılığını koruyor’un işaretleri. Bir de askerliğe, uçağa, vatana -bayramlar dolayımında da olsa- vurgu yapan konular var. Cumhuriyet’in kuruluşu üzerinden henüz çeyrek yüzyıl kadar geçmişken, ilk askeri darbenin ve güzel, umutlu şeyleri ordudan beklemenin izleri okunuyor.

Kitaplar, bir sınıftan öbürüne geçerken el değiştirdiği, büyük sınıflardan kitap alırken kullanılmış olanlar küçüklere verildiğinden -nedense tutum konuları işlenirken bu değiş tokuştan hiç bahis yok- o günden bugüne gelen kitap hiç yok. Olsa saklanmaya değer miydi, bilemiyorum. Ne var ki, karton kabını gri olarak hatırladığım bir alfabe belleğimde görüntüsüyle öylece duruyor. Bir köşede Atatürk var. Okunması ve yazılması ilk öğretilen kelimelerden biri. Hem de “A” harfiyle başlıyor. Onun yanında bir ya da iki çocuk var. “Başöğretmen” olduğuna göre, bunda da şaşılacak bir durum yok. Çizimle yapılmış kapaktaki kız çocuğunun Atatürk’ün manevi kızı Ülkü olduğu da söylenirdi. Kapaktaki kızın kahkülleri olmasına rağmen, sınıftaki kızların çoğunun saçları örgülüydü. Alfabenin sayfaları içinde, bu kez renkli olarak çizilmiş çocuklardan kız olanlarınki gibi.

A’yla başladığına hiç kuşkum yok. Ondan hemen sonra B mi geliyordu acaba? İlk gün ev ödevi olarak “A” yazmamız istendi. Kaç defa yazılacağıysa söylenmedi sanki. Sıklığı ve miktarı anlatmak üzere, A ise söz konusu olan, “A bellenecek” denirdi. [Bu, A’nın çocuk kafası içinde şekillenip kalem ucunda belli olması anlamına mı geliyordu, yoksa toprağı beller gibi bir işlem yapılması mı gerekliydi, orasını bilemiyordum.] Eve gelir gelmez karalama defterini açıp ben de işe koyuldum. Babam çakı ile açmış olduğundan, kalemlerimin ucu da yeterince sivriydi. Kendi kendime birkaç deneme yaptıktan sonra, benim yazdığımın sınıfta öğretmenimin yazdığına ya da alfabedekine benzemediğini üzülerek farkettim. Her denemede, A’nın ev çatısına benzeyen ana çizgilerinden sanki daha fazla uzaklaşıyordum. Tam o sırada bir şey oldu. Annemden yardım istedim ya da o benim yaptığımı -aslında yapamadığımı- gördü. Duruma müdahale etme ihtiyacını hissetti. Yanıma gelerek nasıl yapmam gerektiğini, deftere birkaç tane A’yı yanyana yazarak gösterdi. Sıra bana geldiğinde ne yaptığımı dikkatle izliyordu. Ama A’yı beceremiyor, çatısını bir türlü beklendiği gibi çatamıyordum. Evde misafir bir hanım vardı -bu muhtemelen yengem olabilir- ve geç olmadan çarşıya çıkmaları gerekiyordu. Annem dikkatli ve özenli olmam gerektiği hususunda birkaç kez sabırsızlıkla uyardıktan sonra, elime bir şaplak indirdi. [Yengemin yanaklarının kızardığını bugün bile görür gibiyim.]

Sınıfta okuyup yazmayı en geç öğrenenlerden biri oldum. Ama bunun, ilk günden A’yı beceremememle ve annemden yediğim o şaplakla bir ilişkisi olduğuna emin değilim. [Ne var ki, bakarak öğrenme-göstererek öğretme konusunda hep şüpheci oldum.]

Küçükken solak olan annem, sağ eliyle yazması için öğretmenden şaplak yemiş, her iki elini yazıda ve her türlü işte rahatlıkla kullanırdı.

Serhan Ada, Geçen Yüzyılın Ortasında Çocukluk Nesneleri, İstanbul: Everest Yayınları, , s.

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir