osmanlı cariye kıyafetleri / Hadım edilmiş harem ağalarının yeteneklerinden aşk mektuplarına: Osmanlı haremi ve cariyeler

Osmanlı Cariye Kıyafetleri

osmanlı cariye kıyafetleri

Harem (Osmanlı İmparatorluğu)

Harem (Osmanlıca:&#;حرم همايون; Harem-i Hümâyun), II. Mehmed döneminde kurumsallaşan ve Osmanlı padişahının annesi, kız kardeşi, cariyeleri ve bunların hizmetkârlarının yaşadığı saray alanı. Osmanlı hareminde ortalama olarak kadın bulunduğu, bu sayının 'e kadar çıkabildiği ifade edilmektedir.

Devlet içinde yer edinmeye başlayan haremin iki temel fonksiyonu vardır:

  • Birincisi, padişahın aile yaşamını sürdürdüğü; padişah, şehzade ve devlet ileri gelenlerine cariye ve eş temin edilen yer olmasıdır. Fatih'le birlikte şehzadeler yabancı hanedanlar ile evlenmeyi bıraktıklarından bu çok önemli ve hanedanın devamı için vazgeçilmez bir fonksiyondur[kaynak belirtilmeli].
  • İkincisi, bir okul olmasıdır. Enderun mezunu devşirme gençlerle sarayda eğitim almış cariyelerin evlendirilmesiyle eğitime dayanan bir aristokrasi kurulmuştur. Padişaha ve hanedana bağlı bir aristokrasi yaratılmasını sağlamak için cariyelerin eğitilmesini sağlayan kurumdur.

Osmanlı’da harem, herkesin giremediği bir ortamdı. Sözcük olarak harem "dokunulmaz, kutsal" anlamına gelir. Osmanlı'da Harem-i Hümayun, devlet adamları yetiştiren Enderun mekteplerine paralel bir kurumdu.

Osmanlı haremine alınan hadım erkek hizmetçiler (tavaşiler) iki gruba ayrılmaktaydı: ak hadımlar ve siyah hadımlar.

Galeri[değiştir

“Uyuyan Kadın” haremde dekolte olduğunun ispatı!

Tartışmanın fitilini önce İsmail Ağa Cemaati’nden Cüppeli Ahmet Hoca ateşledi. Önce Muhteşem Yüzyıl dizisinde Hürrem Sultan’ı canlandıran Meryem Uzerli için “Hürrem, paşanın karşısına nasıl öyle göğüsleri açık çıkıyor!” dedi, sonra da Valide Sultan’ın göğüs dekoltesini eleştirdi. Çok geçmeden Nebahat Çehre, Hoca’yı haklı bulup “Evet, dekolte biraz açık, kapanmakta fayda var” deyince dizideki Valide’ye dekolte ayarı yapıldı. Peki gerçek Osmanlı’da dekolte var mıydı, yok muydu? Konunun uzmanları Sanat Tarihçisi Prof. Dr. Nurhan Atasoy ve “Harem ve Cariyelik” kitabının yazarı Cengiz Göncü gerçek Harem’i yorumladı.

Türk toplumu dizilerden dolayı harem hayatına son dönemde iyiden iyiye merak saldı. Ancak bu merak dizideki kullanılan eşyalardan konuşma tarzlarına, giyilen kıyafetlere kadar birçok güncel tartışmaya konu oldu. Dizi yapımcıları her ne kadar dizi deki sahnelerin “kurgu” olduğunu öne sürseler de harem hayatının yanlış yansıtıldığı eleştirilerinin önüne geçemediler. Son olarak Mahidevran rolünü canlandıran Nur Fettahoğlu’nun “Ne güzel, demek ki güzel görünüyor ki eleştiriyorlar. O zaman daha çok açalım” demesiyle “göğüs dekoltesi” tartışması yeniden alevlendi.

Padişahların kıyafetleri saklanırdı, kadınların değil

54 yılını Osmanlı Haremi konusundaki araştırmalara ayıran, bu konuda 20’nin üzerinde kitap yazan sanat tarihçisi Prof. Dr. Nurhan Atasoy, 77 yaşında olmasına karşın hâlâ her hafta Taksim’deki Turkish Culture Foundation’da yabancılara Türk kültürü üzerine konferanslar veriyor. Kendini “Topkapı Sarayı aşığı” olarak tanımlayan Atasoy, bugüne kadar 12 binden fazla Türk eserini ve minyatürü fotoğraflayarak belgeledi. Son olarak yazdığı “Harem” kitabı Türkçe ve İngilizce olarak Topkapı Sarayı’nda satışa sunulan Atasoy, Topkapı Sarayı’nın kıyafet açısından son derece zengin olduğuna dikkat çekiyor: “Topkapı Sarayı’nda bir gelenek var. Padişahlar öldükleri zaman üzerlerindeki kıyafetlerin hepsi bohçalanarak saklanıyor. Bu bohçaya da bir kağıt liste iğneleniyor. Böylece hangi padişaha ait olduğu anlaşılıyor. Fatih Devri’nden itibaren bütün padişahların giyimlerine ait örnekler var. Ancak çok az kadın kıyafeti var, onlar da geç devirlerden Çünkü Harem’deki kadınlar Harem’de yaşayıp ölmüyorlar. Padişah öldüğü zaman, Valide Sultan olmak üzere ölen padişahın bütün kız kardeşleri, eşleri ve cariyelerinin hepsi eski saraya gidiyorlar. Bu yüzden onların eşyalarını da padişahlar gibi saklama geleneği yok. Bundan dolayı kadınların kıyafetlerinden örnek kalmamış. Kazara kalan birkaç örnek var ki bunlar da geç devirlerden kalmış. yıllardan kalma hiç kadın kıyafeti yok. Ancak bunları biz minyatürlerden görebiliyoruz.”

Cariyeler göğüslerini güzelliklerini sergilemek için gösteriyordu

Prof. Atasoy, Osmanlı Sarayı’nda Harem’de göğüs dekolte olup olmadığı tartışmalarına şöyle açıklık getiriyor: “Osmanlı Sarayı’nda dekolte vardı. Göğüsler gayet açıktı. Cariyeler, harem içinde göğüslerini güzelliklerini sergilemek açısından gösteriyorlardı. Bugün de öyle değil mi? Harem içinde göğüs dekoltesi serbestti. Hasekiler haremden çıkıp padişahın yanına gittikleri zaman da göğüslerini kapatmazlardı diye tahmin ediyorum. Çünkü cariyenin bir padişahın önüne nasıl gittiği konusunda bilgi verecek tek bir kaynak yok. Çünkü bu çok mahrem bir hayat bu. Kim oturur yazar? Ne haddine? Ama yaşam tarzını minyatürlerden biliyoruz. yüzyıldan kalma Konya’da yapılan minyatürlerde bile kadınların boynunda inciler göğüsleri ortada. ‘Vakı Gülşah’ adlı bir aşk romanında bunu görüyoruz. Bunun Konya’da yapıldığını anladığımız minyatürleri var. O minyatürlerde Gülşah’ın memeleri görünüyor. Boynunda inci kolyeler, bir dizi ya da iki dizi inci kolyesiyle görülüyor. Kadınlar her devirde güzelliklerini gösterirler. Tabii başkalarına değil.”

Levni’nin minyatürlerinde cariyelerin göğüsleri belirgin

Atasoy, Osmanlı haremindeki cariyelerin kıyafeti hakkında ipuçları veren minyatürlerin birçoğunun gerçekçi tasvirler içerdiğini belirtiyor. Kadınları konu alan minyatürlerin yapımı yüzyılda başlıyor. yüzyılda ise minyatür repertuarı değişiyor. Bir albüm yapma geleneği ortaya çıkıyor. Gündelik hayattan sahneler minyatürlere yansıtılıyor. Dolayısıyla haremdeki kadınların da pikniğe giderken toplu şekilde veya tek olarak yapılmış figürlerine rastlanıyor. Özellikle yüzyılda III. Ahmet döneminde Levni isimli bir sanatçı (nakkaş) ortaya çıkarak çok sayıda kadın figürleri yapıyor. Atasoy’a göre Levni’nin figürleri o dönem kadınının duruşu ve güzellik anlayışını doğru yansıtıyor: “Levni’nin yılına ait ‘Uyuyan Kadın’ portresi Osmanlı Haremi’nde dekolte kullanıldığının ispatı. Bu eser, uyuyan genç kadının tavrı ve dönemin ruhunu yansıtması açısından Levni’nin tipik bir yorumu. Figür devrin kıyafet ve zevkini yansıtıyor. Özellikle diğer bazı eserlerindeki cariye kadınların göğüsleri de giydikleri kıyafetlerde belirgin şekilde gözüküyor. Mesela, ‘Kendini Gül ile Güzelleştiren Kadın’ minyatüründe de göğüs dekoltesi var. Kadın sol eliyle saçına karanfil takarken sağ elinde bir gül tutuyor. Ceketinin turuncu rengiyle entarisinin yeşili klasik Osmanlı tarzına uygun zıt renklerden seçilmiş, uzun siyah saçları incilerle süslenip örülmüş.”

yüzyıldaki takma kol modasını alıp yüzyılda Hürrem’e giydirmişler

Prof. Atasoy’un dizide kullanılan kıyafetler konusundaki en büyük eleştirisi dizideki cariyelerin kıyafetlerindeki kol kesimleri hakkında: “Hürrem Sultan’ın giydiği kıyafetler dizidekinden muhakkak ki daha ihtişamlı mıydı. Hürrem’in göğüs dekoltesi için bir eleştiri getiremeyeceğim. Çünkü o dönemde benzeri bir dekolte mevcuttu. Ama bir kere kıyafetinin kesimleri yanlış. Takma kol dikilmiş. Normalde öyle bir kol kesimi yok. O dönemde kullanılan cariye elbiselerinin hiçbirinde takma kol yok. Terzilerin ‘takma kol’ dedikleri, ayrıca bir kol yapılıp da elbiseye dikilmesi biçimi, ancak yüzyıl sonu ve yüzyıl başında Batı’dan gelmiş bir modadır. Batı’dan gelmiş bir moda elbiseyi alıp yüzyıla uyarlamışlar. Kanuni devrinde özellikle formu yeni ortaya çıkan sarık biçimini hiç görmemişler, gidip Kanuni’ye yüzyıl sarıklarını giydirmişler. Harem Ağalarına da uyduruk sarıklar giydirmişler. Padişahlara da aynı şekilde takma kollu kıyafetler, vücuda yarık bir oturan elbiseler giydirmişler. Her şeyi yanlış, neresi doğru?”

Cariyeler padişahlara kendilerini beğendirmek için tavşan dansı yaparlardı

TBMM Milli Saraylar’ın bünyesinde hazırlanan “Harem ve Cariyelik” kitabının yazarı, Beylerbeyi Sarayı Müdür Yardımcısı Cengiz Göncü ise haremde dizideki gibi bir göğüs dekoltesinin kullanıldığına katılmıyor: “ yüzyılda yapılmış meşhur bir Hürrem tablosu vardır. Ancak o tür resimler ve tablolardan yola çıkarak bir şeyler söyleyebiliriz. Cariye kıyafeti için Pierre Desire Guillemet’in yılına ait Saraylı Kadın ve Tefli Saray Kadını tablolarının ve Hürrem için de Schweiger’in ‘Kanuni’nin Hasekisi Hürrem Sultan’ tablosunun belirleyici olabileceğini düşünüyorum. Saraylı Kadın’da az da olsa göğüs dekoltesi görülebiliyor.”

Bacakları çıplaktı, bileklerinde altın halkalar vardı

Hareme girebilen şanslı yabancılardan biri İngiltere Kraliçesi Elisabeth’in III. Mehmed’e gönderdiği orgu ’da Topkapı Sarayı’nda kurmaya gelen Thomas Dallam. Cariyelerin kıyafetini şöyle tanımlıyor: “Büyük Efendinin bir avluda oynayan 30 odalığını gördüm. Uçları küçük inci dizileriyle örülmüş saçlarından onların çok güzel kadınlar olduklarını anladım. Başlarında sadece tepelerini örten sırma kumaştan küçük bir takke vardı. Pamuklu ince bir kumaştan kar gibi beyaz ve ince şalvarlar giymişlerdi, çünkü kumaştan baldırlarını görebiliyordum. Şalvarları dize kadardı; bazıları uzun kordoba çizmeleri giyiyordu, bazılarının ise bacakları çıplaktı ve bileklerinde altın halkalar takılıydı. Ayaklarında topuklu kadife potinler vardı.”

Sultan II. Abdülhamit’e İspanyol dansı ve bale yaparlardı

Cengiz Göncü, Sultan Abdülmecit’in katıldığı bir saray eğlencesini ise şöyle anlatıyor: “ Kadınefendiler (padişah eşleri) ve ikballer saz sofrasında toplanıp padişahı beklerler, ikinci hazinedar göründüğünde hepsi ayağa kalkıp sıralanırlardı. Sultan Abdülmecit girerken hepsi ayağa kalkıp sıralanırlardı. Sultan Abdülmecit, girerken hepsi bir defa yere eğilip temenna ederler. Padişah da ‘Memnun oldum, inşallah eğlenirsiniz’ diye iltifat ederdi. Saraydaki cariyeler tarafından icra edilen piyano, keman ve sazlardan oluşan küçük orkestrayı Sultan II. Abdülhamit de dinler, yine onlar tarafından yapılan İspanyol bale ve danslarını ilgi ile izlerdi.”

Hürrem Yüzüğü diye moda çıktı ama o dönem pırlanta yoktu

Prof. Atasoy, dizide kullanılan mücevherleri de eleştiriyor: “Ben mücevher uzmanı değilim. Ancak Hürrem’in yüzüğü diye moda çıkardılar şimdi. Halbuki pırlanta yok o dönemde, elmas var. Elmas da kesilmemiştir. Kesim yapılmıyor o zamanlar Başlarda da öyle taç yok. Taç zaten Türklerde erkeklerde de yok. Taç lafı, Türklerde tarikat şeyhlerinin giydikleri başlıklara denir. Ama o da bizim Avrupa’da gördüğümüz taçlar gibi değildir. Türkler İslamiyeti kabul ettikten sonra Arap başlığını, yani üstüne kumaş sarılan tipte başlığı benimsemişlerdir. Onların formunda değişiklikler olur. Kimi yüksek, kimi alçak olur. Ama bizim sarık dediğimiz İslami başlığı adapte ediyor. O da İslami başlıktır. “

Venedik elçiliğinde tercüman olarak çalışan Signor Grellot için Osmanlı haremi bir tutkuya dönüşmüştü.

Özellikle Avrupalı seyyahların hatıratlarında haremde olup bitenler hakkında yazdıkları her Avrupalı için baştan çıkartıcı şeylerdi ve Grellot da bunlardan bir hayli etkilenmişti.

Söz gelimi, Batılı seyyahlara göre, birbirinden güzel ve hünerli cariyeler en güzel halleriyle hükümdarın önünde sergilenir ve hükümdar da o gece arzu ettiği cariyesinin önüne mendil bırakarak akşam odasına davet etmiş olurdu. 

Bu rivayetin, aslında Enderun gibi bir mektep olan haremle uzaktan yakından ilgisi yoktu ve haremle ilgili anlatılanlar arasında en masum hikayelerden birisiydi; fakat bu ve bunun gibi sayısız hikaye pek çok Batılı seyyah ve diplomatın aklını başından almıştı.

Bunlardan birisi de Venedik elçiliğinde tercüman olarak çalışan Signor Grellot’tu. 

Grellot, Osmanlı haremi hakkında duydukları ile kendisinden geçmiş bir Venedik tercümanıydı.

Osmanlı haremi hakkındaki her bilgi onu heyecanlandırıyordu; fakat Grellot için duymak yetmiyordu.

Bu yüzden Topkapı sarayını karşıdan gören evine büyük bir teleskop yaptırarak Osmanlı Sarayını ve bilhassa da haremi “dikizlemeye” başladı. 

seafoodplus.info

Topkapı Sarayı / Fotoğraf: Pinterest


Grellot, kendisini iyiden iyiye teleskopa kaptırmıştı. Sarayın içinde olup bitenleri görebilmek için düzenli olarak haremi inceliyordu.

Grellot’un bu sapkın davranışı kısa süre içinde fark edildi ve saraya haber verildi.

Grellot yine kendisini kaptırmış bir biçimde sarayı izlediği bir sırada Yeniçeriler kapıyı kırarak içeri girdi ve onu tabir-i caiz ise iş üstünde yakaladı.

Grellot’un bu yaptığı affedilmedi ve derhal başı vurularak idam edildi.

Batılı seyyahların bu türden sapkın davranışları Grellot ile sınırlı değildi. Hareme kaçak yollardan girebilmek baştan olmak üzere sayısız teşebbüsleri söz konusuydu.

Haremi Batılılar için bu kadar efsunlu yapan şey hakkında bilgi sahibi olmamaları değil, harem hakkında bildiklerinin pek çoğunun yanlış olmasıydı. 

Bu durum günümüzde de pek çok kişi için geçerlidir. Harem; içerisinde yalnızca kadın kovalanan veya her türlü cinsel arzunun giderildiği yer zannediliyor. 


Haremin güvenliği ve içyapısı

Harem, sözlüklerde 'girilmesi yasak yer' olarak tanımlanır ve aynı zamanda kişi zevcesi içinde harem ifadesini kullanabilir.

Genel anlamda kişinin eşi ve çocuklarıyla yaşadığı bölgeyi tanımlamak için kullanılır.

Osmanlı sarayında hükümdarın ailesinin ve çocuklarının yaşadığı yere harem denilmiştir.

Bu kelime yerine, zaman zaman perde, Enderun, zenane, dar’üs-saade gibi ifadeler de kullanılmıştır.

II. Mahmut zamanına kadar saray kadınlarının dışarıya çıkmaması sebebiyle harem hakkındaki malumatımız sınırlıydı; fakat bu tarihten sonra ferace giymeye başlayan saray kadınları birçok mesire ve etkinliğe katılmaya başlamıştı. 

Bu tarihten önce özellikle Batılı seyyahların gözünden harem hakkında yazılanların çoğu uydurma bilgilerdi, çünkü saray içinden bilgi alınabilecek kişiler harem ağaları veya kadınlardı.

Oysa kadınların dışarıya çıkması yasaktı, harem ağalarınınsa herhangi bir bilgi kırıntısını sızdırmaları söz konusu dahi değildi.

Saray kadınlarının bir yabancı ile teması, ancak hastalığına bir şifa bulunamamışsa bir yabancı doktorun müşahede etmesiyle mümkün olabilmişti. Bu da sınırlı birkaç örnekle karşımıza çıkıyor.

Haremin dünyaya kapılarını tamamen açması ise yılında Sultan Abdülhamid’in tahttan indirilmesiyle mümkün olmuştu.

Bugün başta, hareme dair hatıratlar olmak üzere pek çok kaynak söz konusudur; fakat harem üzerindeki şayia ve sır perdesi aralanabilmiş değildir.

Haremin kurumsal yapısı Fatih Sultan Mehmet zamanında inşa edilen Saray-ı Atik (Eski Saray) ile başlamış sonrasında Saray-ı Cedid-i Amire’ye (Topkapı Sarayı) oradan da Dolmabahçe Sarayı’na taşınmıştı.

Topkapı Sarayı’nda bulunan harem bölümünü bizzat Mimar Sinan inşa etmişti.

Bir vakit sonra Saray-ı Atik, hayatını kaybetmiş ya da tahttan indirilerek boğdurulmuş hükümdarların eşleri ve kızları için bir sürgün yeri olarak kullanılmıştı.

Buraya gönderilen sabık hükümdarın eşi ve kızları eğer ki evlendirilmemişlerse ömürlerinin sonuna kadar burada tutulurdu.

Haremin güvenliği dış kapıda nöbet bekleyen askerler, iç kapıda nöbet bekleyen harem ağaları ve son kapıda (dar’üs-saade kapısı) nöbet bekleyen hadım harem ağalarıyla sağlanıyordu. Yani haremde üç aşamalı bir güvenlik tedbiri vardı.

Haremin nüfus yoğunluğunun artması ise şehzadelerin sancağa çıkma usulünün kaldırılmasından sonra olmuştu.

Sancağa çıkan şehzadenin annesi ve genellikle kız kardeşlerini de yanında götürmesi sebebiyle haremde ciddi bir nüfus olmuyordu; fakat bu uygulamanın kalkması ile beraber haremde yaşayan kişi sayısı ciddi rakamları bulduğu oldu.


Haremde bulunan cariyeler

Ondan evvel Orhan Bey zamanından itibaren Osmanlı sarayında köleler mevcuttu; fakat kölelerle evliliğin bir gelenek halini alması II. Beyazıt ile itibar kazanmıştı.

İlerleyen süreçte Osmanlı sarayına cariyeler rastgele değil, belli kıstaslar gözetilerek alınmaya başlandı.

Bu noktada en önemli iki koşul güzellik ve zeka idi; ama bunun dışında cariyenin ahlakı da çok önemli bir koşuldu.

Bunun yanında cariyelerle ilgili de ciddi bir hukuki altyapı söz konusuydu.

İslamiyet’in gelişi kölelik sistemini tamamen kaldırmamıştı; fakat bilhassa Hz. Muhammed kölelik müessesinden rahatsızdı.

Bu yüzden konuyla ilgili pek çok hadisinde kölelerin hukukunu korumuş ya da azat edilmesini önermiştir;

Müslüman esiri azat eden cehennem ateşinden kurtulur.

Yediklerinizden ve içtiklerinizden onlara da veriniz.


Osmanlı sarayında cariyelerin hakkı ve hukuku korunmuşsa da cariyelik müessesesi toplumsal bir yara alarak, bilhassa Tanzimat romanının başlıca teması olacaktı. 

Osmanlı sarayına kabul edilmiş cariyelerin Müslüman olmasına dikkat edilirdi.

Cariyelerin eğitiminden sorumlu olan Safiye Ünvar, cariyelerin eğitim aldıkları sınıfın kapısına “Namaz kılmayan, oruç tutmayan dershaneden içeri giremez” levhasını asmıştı.

Cariyelere niteliklerine göre isimler verilirdi. Bu isimler Handeru, Ebrunigar, Neşedil, Feleksu, Rengimelek gibi Farsça tamlamalarla oluşturulurdu. 

Bir hükümdarın maiyetinde bulunan cariye sayısı ise padişahın beklentilerine göre değişiklik gösterebilirdi.

Örneğin, I. Mahmut’un hareminde , Abdülmecit’in hareminde , Abdülaziz’in hareminde cariye bulunuyordu.

Elbette ki bu sayıların tamamı odalık olarak kullanılmıyordu, içlerinden pek çoğu yaşlı olan bu cariyeler haremin bir okul gibi çalışmasını sağlardı.


Haremde yaşananlar

Haremde bulunan sultanların tamamı aynı tıynette değildi. Bazıları çapkındı; örneğin, III. Mustafa gibi.

Bazıları kadınlardan nefret ediyordu, III. Osman gibi. Hatta III. Osman kadınlarla karşı karşıya gelmemek için gürültü çıkartan takunyalar giyerdi.

Bu sayede hükümdarın geldiğini anlayan cariyeler kaçışarak sultanı rahatsız etmemiş olurlardı.

Bir de cariyelerin ilginç huyları mevcuttu ve bunların başında kıskançlık geliyordu.

Örneğin, Sultan II. Abdülhamid’in kızı Şadiye Sultan’ın aktardığına göre;

Hükümdarın birbirinden güzel üç cariyesi vardı; fakat bunlar Sultan Abdülhamid’i birbirlerinden kıskanırlardı.

Bir gün hükümdar onları marangoz atölyesine çağırdı; fakat cariyelerin marangoz atölyesinden ayrılmalarından kısa bir süre sonra Yıldız Sarayı’ndan dumanlar yükselmeye başlamıştı.

Marangoz atölyesi tutuşarak yanan Sultan Abdülhamid, cariyeleri tekrar huzuruna çağırttı ve bu yangının sorumlusunun kim olduğunu sordu.

Kızların cevap vermemesi üzerine özel eğitimli köpeği Chenic’e yalan söyleyen cariyeyi buldurttu.

Suçunu itiraf eden cariye diğer cariyeleri kıskanması sebebiyle bu yangını çıkarttığını itiraf etti. 

abdüseafoodplus.info

Sultan II. Abdülhamid / Fotoğraf: Wikipedia


Yine Şadiye Sultan’ın aktardığına göre;

Sultan Abdülhamid’in yaklaşık beş yıl ikna için peşinden koştuğu bir cariyesi Sultan Abdülhamid’in evlenme teklifini reddetmişti.

Cariye evleneceği kişinin tek eşi olması şartını koşuyordu.

Sultan, cariyeyi ikna edemeyince kendi elleri ile onu iyi bir koca ile evlendirmiş; fakat gerdekten evvel beş gece üst üste kocasını acil olarak saraya çağırtarak beş senenin diyetini ödetmişti. 


Sultanlar, Müslüman eşleri arasındaki kıskançlık krizlerinin önüne geçebilmek için nöbet usulü geliştirmiş fakat, Abdülmecid, II. Abdülhamid ve Avcı Mehmed gibi sultanlar bazı eşlerini diğerlerinden daha çok sevmeleri sebebiyle nöbet geleneğini ihlal etmişlerdi.

Bu durum zaman zaman haremdeki kadınların saç baş birbirleriyle kavga etmelerine sebep olabildiği gibi kanlı cinayetlere de sebep olmuştu.

Avcı Mehmed’in çok sevdiği Gülnuş kadın, yeni bir cariye olan Gülbeyaz’ın Avcı Mehmed’in bütün alakasını kendine çekmesi üzerine bu duruma dayanamadı ve rivayete göre; Gülbeyaz kadını kayalıklardan aşağı atarak öldürdü.

Yine Sultan Abdülhamid döneminde Çerkesler, Edhem Paşa’ya Çerkes İttihat ve Taavün Cemiyeti vasıtasıyla gelerek haremde bulunan Çerkes cariye kızlarının çıkartılmasını rica etmişlerdi.

Haremde bulunan kızlar güzellikleri sebebiyle Çerkeslerden seçiliyordu; ama bu durum Çerkeslerin izzet-i nefsini yaralayan bir durumdu.

Başka bir açıdan Osmanlı Sarayı’na kadın sultan olma şansı olması sebebiyle “Osmanlı Sarayına cariye olasın” diye Çerkes annelerin küçük kızlarını sevmeleri bu durumun uzun süre kınanan bir durum olmadığını gösteriyor.

Özellikle 19'ncu ve 20'nci yüzyıllarda bunun artık bir sorun olduğunu Ahmet Mithat Efendi gibi Çerkes kökenli yazarların yazdığı romanlarda da görebilmekteyiz.


Kadın Sultanlar Osmanlı siyasetini ele alıyor

Osmanlı sarayında kadınların tek ilgi alanının eşleri olan Sultan olduğunu düşünmek hatalı olacaktır.

Hürrem Sultan, Kösem Sultan, Turhan Sultan gibi isimler adeta kendi saltanatlarını ilan etmişlerdi.

Bu isimler; sadrazam değişikliğinden, askeri darbe ve hükümdarın değiştirilmesine kadar pek çok kritik karara imza atıyordu.

hürrem sultan seafoodplus.info

Hürrem Sultan / Fotoğraf: Wikipedia


Örneğin; Hürrem Sultan yaklaşık 25 yıl boyunca Kanuni Sultan Süleyman’ı haremde adeta avuçlarının içine almıştı.

Rüstem Paşa ile yaptığı iş birliği sonucu Şehzade Mustafa’yı öldürtmüştü.

Yine Veziriazam Makbul İbrahim Paşa ve Kara Ahmed Paşa’nın katledilmesinin arkasında Hürrem Sultan bulunuyordu.

Kaderin bir cilvesi tüm bu ölümlerin amacı Şehzade Beyazıt’ın tahta çıkmasıydı; ama Beyazıt tahta hiçbir zaman çıkamayacaktı.

Üstelik Hürrem Sultan’ın ölümünden sonra kızı Mihrimah Sultan, Hürrem Sultan’ın misyonunu üstlenerek Selim-Beyazıt kavgasının baş aktörlerinden biri olmuştu. 

kösem seafoodplus.info

Kösem Sultan / Fotoğraf: Fikriyat


Osmanlı hareminde siyaseti kilitleyen bir diğer isim de Kösem Sultan’dı.

Sultan I. Ahmet’in eşi olan Kösem Sultan IV. Murat ve Sultan İbrahim’in annesiydi.

seafoodplus.info’ın çocuk yaşta tahta geçmesiyle beraber devlet idaresinde büyük bir güç elde etmişti. Bu durum Sultan İbrahim’in tahta geçmesinden sonra da sürmüştü.

Kösem Sultan, devlet idaresinin sinir uçlarına kendisine yakın isimleri atıyor ve iktidarını korumak adına hiçbir fedakarlıktan çekinmiyordu.

Bunun için kendi oğlunun iktidarına son verebilecek kadar hırslıydı. 

Sultan İbrahim’in kadınlara olan düşkünlüğü Kösem Sultan’ın saraydaki gücünü zedelemeye başlamıştı.

Sultan İbrahim’in eşleri ve cariyeleri Kösem Sultan’ın sarayda bu denli etkili olmasının Sultan İbrahim’in gücüne gölge düşürdüğü söyleyerek Kösem Sultan’a karşı dolduruşa getirmeyi başardı.

Sultan İbrahim bunun üzerine annesi Kösem Sultan’ı saraydan sürdü.

Oysa Kösem Sultan bunu öylece kabul edebilecek bir Valide Sultan değildi. Yeniçeri Ağaları ile anlaşarak Sultan İbrahim’e darbe yaptırdı ve onu tahttan indirmeyi başardı.

Kösem Sultan oğlu İbrahim’in yerine 7 yaşındaki IV. Mehmed’i tahta getirtti. Kösem Sultan’ı bu güç sarhoşluğundan bu kez başka bir Valide Sultan Turhan Sultan uyandırmıştı.

Padişahın annesi olan Turhan Sultan, Kösem Sultan’ın oğluna bir zarar vermesine fırsat vermeden Kösem Sultan’ı boğdurarak öldürtmüştü.

Böylelikle ilk defa bir Valide Sultan da boğdurulmuş oluyordu.

Son dönemde özellikle Valide Sultan’ın hayatlarını konu alan TV dizileri oldukça popüler durumda.

Muhteşem Yüzyıl ve Kösem Sultan dizileri bir hayli ses getirmişti. Haremin esas alındığı bu dizilere büyük eleştiriler de yapılmıştı.

Bu eleştirilerin bir kısmı haklıydı; örneğin, saray kadınlarının yakaları bir erkeği tahrik edecek biçimde açık değildi.

Bunun yanında saray kadınları en güzel kumaşları giyer, yüzlerine makyaj yapar ve çok ağır kokular sürerlerdi.

Öyle ki bu kokular henüz kadın sultan huzura gelmeden burunlara ulaşmasıyla meşhur olmuştu.

Bele takılan kemerler ve onların üzerine işlenen elmaslar son derece ince işlenmiş sanat harikalarıydı.

Ayrıca kişmir şalları, kürkler ve daha birçok aksesuar saray kadınlarının vazgeçilmezleri arasındaydı. 

II. Mahmut dönemiyle beraber bu şatafatlı giyim yerine ferace ve çarşafa bırakmıştı.

Bunun da sebebi kadınların artık saray dışına çıkarak çeşitli etkinliklere katılmaya başlamasıyla açıklanabilir.

Daha ayrıntılı bir okuma için;

Çağatay Uluçay “Harem” ()
Çağatay Uluçay “Haremden Mektuplar” ()
Çağatay Uluçay “Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları” ()
Şadiye Sultan “Hayatımın Acı ve Tatlı Günleri”

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir

© 2024 Toko Cleax. Seluruh hak cipta.