osmanlıda subaşı nedir / Subaşı - Subaşı - Osmanlı Tarihi - Tarih - subaşı nedir - Türkçe Bilgi , Ansiklopedi, Sözlük

Osmanlıda Subaşı Nedir

osmanlıda subaşı nedir

Subaşı nedir?

Oğuz kabileleri tarafından bazan "sü begi" şeklinde unvan olarak kullanılırdı. Karahanlılar'da orduyu sevk ve idare işine "sü başlamak" (Dîvânü lugāti't-Türk Tercümesi, III, ) denilirdi ki "kumandan" mânasındaki subaşı tabiri buradan gelmektedir. Aynı şekilde Kutadgu Bilig'de yer alan "sübaşlar er, sübaşlar kişi" ve "sübaşçısı" gibi tabirler de (I, , ) "subaşı" anlamında kullanılmıştır. Yûsuf Has Hâcib subaşı tayin edilecek kişinin seçkin, sert tabiatlı, tecrübeli, cesur, cömert, iyi nişancı, alçak gönüllü, haysiyetli, tedbirli, hile ve taktiklere başvurabilen ve siyasî zekâya sahip biri olması gerektiğini vurgular (Kutadgu Bilig, I, , , ). Karahanlılar, Gazneliler ve Selçuklular'da kumandanlar "sâhibü'l-ceyş" ve "sipehsâlâr" gibi Arapça, Farsça unvanların yanında subaşı unvanını da taşırlardı. Gazneliler, kuruluş yıllarında mücadele ettikleri Selçuklular'a karşı büyük orduların başında ünlü hâciblerini subaşı tayin etmişlerdi. Selçuklular'ın atası Selçuk Bey de bir subaşı idi. Anadolu Selçukluları'nda subaşılar seçkin görevliler arasında yer alırdı. Bir şehrin fethinden sonra hem valilikle hem şehri savunmakla görevli olur, bu tayin bir menşurla gerçekleşirdi. Kaynaklara göre subaşının ayırt edici nitelikleri adaletli ve örfe riayetkâr, kalem ve kılıç, ilim ve hikmet sahibi olmaktı. Başşehir subaşılığı memleket ve saltanatın en yüksek mertebesi olarak kabul edilirdi. Kayseri, Sivas, Harput, Develi-Karahisar, Niksar, Malatya, Erzincan, Lâdik ve Honas gibi önemli askerî merkezler ve taşradaki iktâ sahipleriyle göçebe kabileler subaşının kumandasındaydı. Bunların arasında Kayseri subaşısı önde gelirdi. Subaşılar bazan elçilik görevi de üstlenebilirdi. Ayrıca bunlara iktâ tahsis edilirdi. Bu durumda zamanla subaşı ile zaîm aynı anlamı ifade eder hale geldi. Bunlar zeâmet gelirlerini toplarken kendilerine asesbaşı ve asesler yardım ederdi. Anadolu Selçukluları zamanında sancaklara sancak subaşısı, kazalara toprak subaşısı ve köylere köy subaşısı tayin edilirdi. Subaşılar sefer ilânında emirleri altındaki kuvvetlerle orduya katılırdı. Subaşılık müessesesi Anadolu beyliklerinde de görülür. Nitekim Aydınoğulları Beyliği'ni kuran Aydınoğlu Mehmed Bey bir subaşı idi. Karakoyunlu ve Akkoyunlu devletlerinde subaşıların yeri kadıdan sonra gelir ve idarî görevleri de bulunurdu.

Subaşı Osmanlılar'ın ilk devirlerinde şehir muhafızı konumundaydı. Bir şehrin fethinden sonra kadı ve dizdar tayin edilirken subaşı da görevlendirilirdi. Bu tayinler fethin tescili olarak düşünülürdü. İlk dönem kaynakları bu tayinler gerçekleştikten sonra, "Tamam memleket fetholundu" ifadesini kullanırlar. Fâtih Sultan Mehmed devrinde subaşılık eski etkinliğini kaybetmeye başladı, ancak görev alanları daha basitleştirilip genişletildi. Bunda Bizans kurumlarının etkisinin olduğu iddia edilir. Osmanlılar'da subaşının görev ve yetkileri kanunnâme ve yasaknâmelerle tayin edilmiştir. Subaşının adı sancak beyi ve kadıdan sonra anılmaktadır. Mahallî konularda, kanun ve nizamların uygulanmasında söz sahibidir, ehl-i örf taifesindendir. Subaşı önce suçluyu arayıp bulur, adalet huzuruna götürür, gerektiği durumlarda teftiş görevini de yerine getirirdi. 'de düzenlenen Hüdâvendigâr Livâsı Kanunnâmesi'nden subaşı görevlerine yeni bir düzenleme getirildiği anlaşılmaktadır. Buna göre subaşılar daha ziyade asayiş işlerine yönlendirilmiştir. Beylerbeyi veya sancak beyine bağlı olan konar göçer yörük taifesinden vergi tahsiliyle görevli subaşıların yetkileri de sınırlandırılmıştır. Reâyâdan zorla yiyecek almaları, odun talep etmeleri ve angarya yasaklanmıştır. Buna karşılık subaşılar serbest timar sahibi olduklarından sancak beyinin malî kontrolüne tâbi değildir. Timar sahipliği dolayısıyla subaşılar için zaîm tabiri de kullanılmaktadır. Bursa ve Edirne subaşılarının itibarı yüksek olup bunların İstanbul subaşısı tayin edilme şansları kuvvetliydi. Bu tayin sadrazamın yetkisindeydi. Taşradaki subaşılar ise beylerbeyi veya sancak beyleri tarafından tayin edilirdi.

Taşrada görevli subaşılar inzibat işleri yanında ticaret işlerine de karışabiliyordu. Saray için yapılan mübâyaada görev alırlardı. Ayrıca taşrada bulunan konar göçer grupların subaşıları vardı. Bu gruplar onların nezâretinde kale ve köprü inşaatında çalışırdı. Subaşılar devşirme tesbitinde bulunur, bunların defterini tutardı. Kapıkulu süvarileri camiasından ulûfeciyân-ı yemîn, ulûfeciyân-ı yesâr bölüklerinden yedi kişi subaşı adı altında bölük subaşılığına ayrılırdı. Bunlardan dördü sağ ulûfecilerden, üçü sol ulûfecilerden olurdu. Mal ve para tahsili bu subaşılar tarafından yapılırdı. Subaşı gelirleri kanunnâmelerde gösterilmiştir. Timar subaşılarına dirlik olarak timar verildiği gibi mîrî subaşılara ticarî hayattan gelirler ve paylar tahsis edilmiştir. Yavuz Sultan Selim devrinde düzenlenen kanuna göre sancak beyi hassı köylerinin serbest rüsûmundan ve serbest olmayan timarın ağnam resminden haklar ayrılmıştır. Timar sahibi subaşılar cebelü getirmeye mecburdu.

XVII. yüzyılın ikinci yarısında düzenlenen kapıkulu kanunnâmesine göre İstanbul subaşısının ve asesbaşının en önemli görevi hazineyi ve sancak-ı şerifi beklemekti. Bunlar Paşakapısı'ndan hareket eden ve livâ-i şerifi taşıyan alayın önünde yürürlerdi. Subaşılar ayrıca cülûs ve kılıç kuşanma törenlerinde, elçi kabullerinde, düğünlerde, bayramlaşma törenlerinde ve padişahın bayram namazına katılışında protokole dahildi. Subaşı, ordunun sefere hareketinden önce alay köşkü önünde yapılan törende de bulunurdu. Elçilerin İstanbul'a gelişinde düzenlenen törende, itimatnâmesini takdim etmek üzere Paşakapısı'na gelişinde asesbaşı ve aseslerle yer alırdı. Bu törenlere silâhlı ve tüfekli olarak katılan subaşılar asesbaşı, ihtisap ağası ve mimarbaşıyla birlikte İstanbul kadısının emrindeydi. Şehrin iâşesinin sağlanması, kalpazanlık takibi, kılık kıyafet, meyhâneler, tütün içme, ilâç imali, tabip ve cerrahların teftişi subaşıların görevlerindendi. Diğer görevleri ise hayvanlara fazla yük yüklenmemesi, kayıkçılık nizamı, narh, ayakkabıların nizama göre imali, dilenciliğin meni ve tüfek teftişi, mukātaaya verilmiş padişah haslarının denetlenmesi, gümrüklerin teftişi, mum imalâtı ve dellâllık nizamı idi. Kaldırımların tamiriyle yıkılmaya yüz tutmuş binaların tesbiti, 'de alınan bir karara göre de yangına karşı her eve bir merdiven ve su dolu bir fıçı bulundurma mecburiyetinin teftişi subaşıya verilmişti. Diğer taraftan subaşılar zindan (Baba Câfer Zindanı) ve tomruk nizamından da sorumlu idi. Şehrin temizliğiyle ilgili mezbele subaşısı da bulunurdu. Aslında subaşılar bu işi arayıcı denilen esnafa havale ederlerdi. Asayişle ilgili subaşıların görev başında bulunmasına "kol gezmek" denirdi. Subaşılar 'da düzenlenen İhtisap Ağalığı Nizamnâmesi gereğince İstanbul ihtisabında da görev almıştır. Islahat Fermanı ile başlayan Osmanlı kurumlarının modernleştirilmesi sürecinde emniyet teşkilâtında da yenilikler yapılmış, taşradaki subaşılık teşkilâtını tedrîcen lağvetme girişimleri başlamıştır. Bunda son zamanlarda subaşıların çeşitli suistimallerde bulunmasının sebep olduğu söylenebilir. XX. yüzyıl başlarında İstanbul'da çeşitli görevler üstlenmiş olan subaşı teşkilâtının ortadan kalktığı anlaşılmaktadır.

Kaynak: TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSLAM ANSİKLOPEDİSİ

Çiçekti Osmanlı&#;nın İstanbul&#;u

Nüfusu on milyonu geçen İstanbul acaba eskiden nasıl temizleniyordu? Osmanlı döneminde de çöp problemleri var mıydı? Temizlik işleri kimler tarafından ve nasıl yapılırdı? Toplanan atıklar gömülüyor muydu, yakılıyor muydu? Yoksa atılıyor muydu, satılıyor muydu? Hem mevzuyla alakalı belge ve fotoğraflar var mıydı?

İşte, İstanbul Büyükşehir Belediyesi İSTAÇ A.Ş. tarafından çıkarılan “Osmanlıda Çevre ve Sokak Temizliği” isimli bir kitap bütün bu sorulara dolu dolu cevap verdi. Bu konuda yapılan ilk çalışma özelliğini de taşıyan katalog, eski arşiv evrakları ve Evliya Celebi’nin Seyahatnamesi’nden ilginç notlarla da zenginleştirildi.

Fatih’in hassasiyeti

 Fatih Sultan Mehmed vasiyetnâmesinde, “İstanbul’un her sokağına ikişer kişi tâyin eyledim. Bunlar ki, ellerinde bir kap içerisinde kireç tozu ve kömür külü olduğu hâlde günün belirli saatlerinde bu sokakları gezeler. Sokaklara tükürenlerin tükürükleri üzerine bu tozu dökeler ki yevmiye yirmişer akçe alsınlar&#; Ayrıca 10 cerrah, 10 tabip ve 3 de yara sarıcı tâyin eyledim. Bunlar ki ayın belli günlerinde İstanbul’a çıkalar ve o evde hasta olup olmadığını soralar; var ise şifası orada mümkün ise şifâyâb olabilir. Değil ise kendilerinden hiç bir karşılık beklenmeksizin hastanelere kaldırılarak orada salâh buldurulabilir” demektedir ki Osmanlının temizlik ve sıhhate verdiği önemin müşahhas bir delilidir.

‘Çöp Çıkaranlar’

Osmanlı’da şehrin temizliğini, Subaşı’nın emrinde çalışan “çöpçü subaşı” yapmakta ve denetlemekteydi. Çöpçübaşı sokakları acemi oğlanlarına temizletirdi. Bu çöpçülerin sayısı bin kadardı ve garip kıyafetleri olup, matruş ve keçe külahı giyerdiler. Çöplük subaşısı, onlara İstanbul sokaklarındaki bütün çöp, hayvan pisliği ve kalıntıları toplatırdı. Evliya Çelebi’nin anlattığına göre, sepetlerde toplanan çöpler deniz kenarlarında çamur teknelerinde ayrılır, içinde akçe, mangır veya işe yarar başka şeyler bulunursa bunlar çalışanların olurdu. Çöplük Subaşısı’nın denetiminde çalışan çöpçülere “çöp çıkaran” da denilmekte idi. Bu kimseler sokaklardan geçerken “çöp çıkaran, çöp çıkaran” diye bağırırlar, arkalarında bir küfe ile sokakları dolaşır, birikmiş çöpleri küfelerine doldurarak denize atarlardı. O devirde sanayii artıkları olmadığı için çöpler suda erir gider deniz kirlenmezdi. Hükümet, Beyazıt, Sultanahmet Meydanı gibi meydanları yılda bir iki defa angarya suretiyle İslâm olmayanlara temizletilirdi. Saray ve etrafının temizliğini ise “mezbelekeşin” ismi verilen kimseler yapardı.

Çarşı temizliği

 Çarşı temizliğinden çarşı esnafı, mahalle aralarının, meydanların, sokakların temizlenmesinden ve mesken çöplerinin toplanmasından arayıcı teşkilatı sorumluydu. Çarşı temizliği için yapılacak harcamalar “avarız sandığı” denilen esnaf sandıklarından karşılanıyordu. Çöpçülük ve lağımcılık gibi hizmetler Evliya Çelebi’nin naklettiğine göre ekseriyetle Ermenilere gördürülürdü. Mahalle temizliği ise, İslami bir gereklilik sayıldığından, sorumluluğu mahalle imamına bırakılmıştı. Temizlik konusunda çok hassas olan Osmanlı, işi kaytaran temizlikçi ve süpürgecileri kürek cezası ile korkuturdu. Çöplük subaşıları gündüzleri kol gezerek çarşı pazarın, mahalle aralarının temizliğine dikkat etmek, bozulmuş kaldırımları tamir etmek, harap binaları Mimarbaşına haber vermek gibi görevleri vardı.

Ahali-i muhtereme&#;

İstanbul Belediye Başkanı Cemil Topuz Paşa, 23 Mayıs yılında Vakit Gazetesi’nde Türkçe, Rumca ve Ermenice olarak yayınladığı temizlikle ilgili beyannamesi o dönem ki hassasiyeti ortaya koyuyor:
“Bir müddetten beri İstanbul’da tifüs, kolera, verem hastalıkları salgın bir sûretle çoğalıyor, bunun sebebi pisliktir. Temizliğe dikkat etmeyince bulaşır ve tutulan da kendini hekime baktırmazsa hem ölür, hem de etrafındakilere bulaştırır. Belediye gücü yetiştiği kadar sokakları temizlemeye, yıkamaya, pislikleri vesaireyi kaldırmaya başladı. Ancak sokakları temiz tutup kirletmemek ahalinin vazifesidir. Belediye ne kadar memur kullansa, ne kadar masraf etse ahali mütemadiyen süprüntü, kağıt vesaireyi sokaklara attıkça yetişemez ve yapılan mesarif boşa gider.

 Hemşehrilerimiz dükkan ve hanelerinden çıkan süprüntü, kağıt parçası vesaireyi sokaklara atmasınlar, araba gelinceye kadar bir kap içinde saklasınlar. Eski adetlerden vazgeçerek tramvay bileti, tütün paketi, eski gazete gibi şeyleri de her tarafa konmuş olan kutu ve sepetlere atsınlar. Çirkap sularını sokaklara dökmesinler, sümkürmesinler, tükürmesinler. Başka memleketlerde yaya kaldırımlarını kirletmedikten başka temizliği hane ve dükkan sahipleri yapar. Bizde öyle yapalım. Herkes ev ve dükkanının önünü temiz tutmaya çalışsın. Mağaza sahipleri sabahları yaya kaldırımlarına eşya koymasın. Esnaf yenecek şeyleri pis tutmasın. Görüyorum ki marul ve saire gibi pişirmeden yenecek şeyler yerlerde satılıyor, ahali alıyor, yiyor, hastalanıyor, ölüyor.

 Bunun için esnaf temizliğe dikkat etsin ve hemşehrilerinin hayatını düşünerek sakınsın. Belediyenin vereceği talimatlara riayet etsin. Herkes elbisesini, çamaşırını kendini temiz tutsun. Evlerin içinin temizliğine, yiyeceğine, içeceğine dikkat etsin. Sokakta üstü açık meyve vesaireyi satın almasın, yemesin, hep birden el birliğiyle dikkat edersek şehrimizde tifüs, kolera, verem gibi bulaşıcı hastalıkların önünü alırız. Bu ihtarıma dikkat etmez, söylediğim şeyleri yapmaz ve buna muavenet etmezseniz önümüz yazdır, kolera ziyadeleşir, binlerce hemşehrimiz ölür.” Bu bildiriden bizim bile
alacağımız dersler var.
Ne dersiniz?

‘Arayıcı’ Esnafı

 İstanbul’da süprüntüler arasında değerli eşya arayan insanlara “arayıcı esnafı” adı verilmişti. İstanbul’un fethinden yılına kadar başşehrin temizlik işlerini “arayıcılar” görmüştü. Arayıcılar “çöp çıkaranlar!&#;” avazesiyle sokak sokak dolaşırlardı. Eski kent düzeninde o muhitten olmayan kimselerin rasgele sokaklara girmeleri yasak olduğu halde arayıcı esnafı için bu yasak söz konusu değildi.

İstanbul’un kenar mahallelerindeki durağan hayatın bir sonucu olan aşırı gözlemcilik ve komşular arası kıskançlık, arayıcı esnafın ve eskicilerin bir takım öteberiyi torbalarına atmaya fırsat sağlıyordu. Çünkü kimi aileler zenginliklerini kanıtlamak ve komşularını kıskandırmak için, henüz kullanılabilir bazı eşyayı “aman al şu partalları da ortadan kalksın!” yollu konuşmalarla arayıcılara verirlerdi.

Geçtiğimiz asra girdiğimizde

 ’lü yıllara gelindiğinde Şehremaneti maddi sıkıntılara düşmeye başlamıştı, İstanbul halkından 50 bin liralık temizlik vergisi toplanırken, giderler bin lirayı buluyordu. Balkan Harbi ve o dönem İstanbul’a gelen yüz binlerce muhacir sebebiyle temizlik işleri iyice sekteye uğramıştı. Bunun üzerine dönemin Belediye Başkanı Cemil Topuzlu Paşa, dış borçlanmaya gitti. Aynı yıl yapılan belediye toplantısında Cemil Paşa, İstanbul’un temizliği hakkında şu bilgileri vermişti;

“Tanzifat teşkilatı kırık dökük yirmi, otuz araba ile sakat ve yaşlı on, on beş hayvandan ve elli, altmış süpürgeden ve temizlik amelesi olarak beş, on ihtiyarla, birkaç çocuk ve kadından ibaret bulunmaktaydı. Şehri on altı lira ücret, senede iki kat elbise ve çizme ve çorap ve başlık ve Hilâl-i Ahmer tarafından çorba verildiği halde kadın, çocuk ve ma’lûl kimselerden başka, işe güze muktedir amele bulunamıyor. Güçlü kuvvetli olanlar başka yerlerde iki-üç lire yevmiye ile iş bulduklarından temizlik ameleliğine rağbet etmiyorlar” diyordu. Görüldüğü üzere yıllarında İstanbul’un temizlik işlerinin durumu hiç iç açıcı değildi.

Türkiye Gazetesi

Bookmark.

Subaşı

Türk-İslâm devletlerinde askerî bir unvan.

Subaşı, Büyük Selçuklularda çok önemli bir unvân olup, başkomutan yardımcısı, vekili olarak başkomutanlığı üstlenen kişi bu unvânla anılırdı. Türkiye Selçuklularında timarlı sipâhînin mühim vilâyet merkezlerindeki kumandanlarına subaşı denilirdi. Bunlar vilâyet merkezlerinde bulunup hem o mıntıkaların emniyet ve âsâyişiyle meşgûl olurlar ve hem de muhârebe zamanında kazâ, nâhiye ve köylerdeki timarlı sipâhîye kumanda ederlerdi.

Osmanlı Devletinin kuruluşunda subaşılık kâdılıktan sonra gelen bir makamdı. Osman Gâzi, Karahisar'ı fethettikten sonra kardeşi Gündüz Beyi subaşı olarak atayarak, şehrin îmârıyla vazîfelendirmişti. Devletin hudutlarının genişlemesiyle subaşılar büyük merkezlerin idârecisi olarak önem kazandılar. Nitekim Fâtih Sultan Mehmed, İstanbul'u alınca, Süleymân Beyi şehre subaşı tâyin etti. Onun vazifesi şehrin tâmir ve îmâr işleriyle ilgilenmekti. Yine Fâtih döneminde subaşılık mîrî subaşı (şehir subaşısı) ve timar subaşısı olarak ikiye ayrıldı. Mîrî subaşılar, gündüzleri kol gezerek çarşı pazar, mahalle aralarının temizliğine bakar, bozulmuş kaldırımların tâmiri, oturulamayacak binâların yıktırılarak yaptırılması için mimarbaşına haber verirdi. Ayrıca geceleri teftiş ve arama çalışmaları da yapardı. Kadının verdiği hükümlerin infazı da subaşıya âitti.

Timar subaşısı ise sancak beyinin yardımcısı olarak sancak merkezine bağlı kazâ ve nâhiyelerde görev yapardı. Timar subaşılarına geçimlerini karşılamak üzere dirlik verilir ve bunlar öteki timarlı sipâhîlerin her türlü haklarından da faydalanırlardı.

Kendine has giyimi ile diğer vazîfelilerden ayrılan subaşı, sırtına sarı çuhadan biniş, ayağına mavi şalvar, başına beyaz tülbentten yapılmış başlık ve ayağına sarı yemeni giyerdi.

İlginç Youtube Videları - Eskişehir- Dede Korkut Parkı - Drone Çekimi

Blog Kategorileri

Linux , Bilim , Ekonomi , Sanat , Alışveriş , Edebiyat , Seyahat , Hobi , Tarih , Din , Dünya , Kitap , Sağlık , Genel , Teknoloji , Reklam , Eğitim , İnternet , Doğa

kaynağı değiştir]

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir