kaynağı değiştir]
Tevfik Fikret, kayınpederi Mustafa Efendi'ye Aşiyan’daki evinin bahçesine gömülmeyi vasiyet etmiş olmasına rağmen Aşiyan'ın sonradan kimin eline geçeceği konusundaki şüphe ve endişeler nedeniyle Eyüp'teki aile mezarlığına gömüldü. Mezarı, 'te müze yapılan evine 24 Aralık ’de geçirildi.
Sarmış yine âfâkını bir dûd-ı muannid,
Bir zulmet-i beyzâ ki peyâpey mütezâyid.
Tazyîkının altında silinmiş gibi eşbâh,
Bir tozlu kesâfetten ibaret bütün elvâh;
Bir tozlu ve heybetli kesâfet ki nazarlar
Dikkatle nüfûz eyleyemez gavrine, korkar!
Lâkin sana lâyık bu derin sürte-i müzlim,
Lâyık bu tesettür sana, ey sahn-ı mezâlim!
Ey sahn-ı mezâlim.. Evet, ey sahne-i garrâ,
Ey sahne-i zî-şâşaa-i hâile-pîrâ!
Ey şâşaanın, kevkebenin mehdi, mezârı
Şarkın ezelî hâkime-i câzibedârı;
Ey kanlı muhabbetleri bî-lerziş-i nefret
Perverde eden sîne-i meshûf-ı sefâhet;
Ey Marmaranın mâi der-âgûşu içinde
Ölmüş gibi dalgın uyuyan tûde-i zinde;
Ey köhne Bizans, ey koca fertût-ı müsahhir,
Ey bin kocadan arta kalan bîve-i bâkir;
Hüsnünde henüz tâzeliğin sihri hüveydâ,
Hâlâ titrer üstüne enzâr-ı temâşâ.
Hâriçten, uzaktan açılan gözlere süzgün
Çeşmân-ı kebûdunla ne mûnis görünürsün!
Mûnis, fakat en kirli kadınlar gibi mûnis;
Üstünde coşan giryelerin hepsine bî-his.
Tesîs olunurken daha, bir dest-i hıyânet
Bünyânına katmış gibi zehr-âbe-i lânet!
Hep levs-i riyâ dalgalanır zerrelerinde,
Bir zerre-i safvet bulamazsın içerinde.
Hep levs-i riyâ, levs-i hased, levs-i teneffu;
Yalnız bu ve yalnız bunun ümmîd-i tereffu;
Milyonla barındırdığın ecsâd arasından
Kaç nâsiye vardır çıkacak pâk u dirahşan?
Örtün, evet, ey hâile Örtün, evet, ey şehr;
Örtün ve müebbed uyu, ey fâcire-i dehr!..
Ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar;
Katil kuleler, kalalı zindanlı saraylar;
Ey dahme-i mersûs-i havâtır, ulu mabed;
Ey gırre sütunlar ki birer dîv-i mukayyed,
Mâzileri âtîlere nakletmeye memûr;
Ey dişleri düşmüş, sırıtan kafile-i sûr;
Ey kubbeler, ey şanlı mebânî-i münâcât;
Ey doğruluğun mahmil-i ezkârı minârât;
Ey sakfı çökük medreseler, mahkemecikler;
Ey servilerin zıll-i siyahında birer yer
Temin edilmiş nice bin sâil-i sâbir:
Geçmişlere rahmet! diyen elvâh-ı mekaabir;
Ey türbeler, ey her biri pür-velvele bir yâd
İkaaz ederek sâmit ü sâkin yatan ecdâd;
Ey mareke-î tîn ü gubâr eski sokaklar;
Ey her açılan rahnesi bir vaka sayıklar
Viraneler, ey mekmen-i pür-hâb-ı eşirrâ;
Ey kapkara damlarla birer mâtem-i ber-pâ
Temsîl eden âsûde ve fersûde mesâkin;
Ey her biri bir leyleğe, bir çaylağa mavtın
Gam-dîde ocaklar ki merâretle somurtmuş,
Yıllarca zamandan beri tütmek ne Unutmuş;
Ey midelerin zehr-i tekaazâsı önünde
Her zilleti beleyleyen efvâh-ı kadîde;
Ey fazl-ı tabîatle en âmâde ve münim
Bir fıtrata makrûn iken, aç, âtıl û âkım;
Her nimeti, her fazlı, hep esbâb-ı rehâyı
Gökten dilenen zûll-i tevekkûl ki Mürâyi!
Ey savt-ı kilâb, ey şeref-i nutk ile mümtaz
İnsanda şu nankörlüğe telin eden âvâz;
Ey girye-i bî-fâide, ey hande-i zehrin,
Ey nâtıka-î acz ü elem, nazra-ı nefrîn;
Ey cevî-i esâtîre düşen hâtıra: nâmûs;
Ey kıble-i ikbâle çıkan yol: reh-i pâ-bûs;
Ey havf-ı müsellâh, ki haşaratına râci,
Öksüz, dul ağızlardaki her şevke-i tâli;
Ey şahsa masûniyyet ü hürriyete makrûn
Bir hakk-ı teneffüs veren efsâne-i kaanûn;
Ey vad-i mahâl, ey ebedî kizb-i muhakkak,
Ey mahkemelerden mütemâdî sürülen hak;
Ey savlet-i evham ile bî-tâb-ı tahassüs
Vicdanlara temdîd edilen gûş-ı tecessüs;
Ey bîm-i tecessüsle kilitlenmiş ağızlar;
Ey gayret-i milliye ki mebgûz ü muhakkar
Ey seyf ü kalem, ey iki mahkûm-i siyâsî;
Ey behre-i fazl ü edeb, ey çehre-i mensî;
Ey bâr-ı hazerde iki kat gezmeğe melûf
Eşraf ü tevabi koca bir unsur-i marûf;
Ey res-i fürû-bürde, ki akpak, fakat iğrenç;
Ey taze kadın, ey onu takîbe koşan genç;
Ey mâder-i hicrân-zede, ey hemser-i muğber;
Ey kimsesiz, âvâre çocuklar Hele sizler,
hele sizler
Örtün, evet, ey hâile Örtün, evet, ey şehr;
Örtün, ve müebbet uyu, ey fâcire-î dehr!..
Tevfik Fikret
18 Şubat / 3 Mart ( Tanin, sayı 1, / )
Günümüz Türkçesiyle
Ufuklarını yine bir inatçı duman sarmış,
Bir beyaz karanlık ki gittikçe çoğalan
Basıncının altında cisimler silinmiş gibidir,
Bütün levhalar tozlu bir bulanıklıktan ibarettir;
Bir tozlu ve heybetli bulanıklık ki bakışlar
Dikkatle dibine işleyemez, korkar!
Lakin bu derin, karanlık örtü sana layık,
Bu örtünme sana layık! Ey zulümler sahnesi!
Ey zulümler sahnesi Evet, ey parlak sahne,
Ey facia (acıklı olay) süsleyicisi gösterişli sahne!
Ey gösterişin, gürültünün beşiği, mezarı;
Doğunun ezeli (başlangıcı belli olmayan) çekici kraliçesi;
Ey kanlı sevgileri nefretle titremeden
Besleyen sefahate (zevk ve eğlence düşkünlüğü) susamış göğüs;
Ey Marmaranın mavi kucaklayışı içinde
Ölmüş gibi dalgın uyuyan canlı yığın;
Ey köhne Bizans, ey büyüleyici koca bunak,
Ey bin kocadan artakalan bakir dul;
Güzelliğinde henüz tazeliğin sihri ortada;
Hâlâ seyreden gözler üstüne titrer.
Dışarıdan, uzaktan açılan gözlere süzgün,
Mavi gözlerinle ne sevimli görünürsün.
Sevimli, fakat en kirli kadınlar gibi sevimli:
Üstünde coşan ağlamaların hepsine karşı duygusuz
Daha kurulurken bir ihanet eli
Temeline lanetin zehirli suyunu katmış gibi!
Zerrelerinde hep ikiyüzlülük kiri dalgalanır,
İçlerinde bir saflık (temizlik) zerresi bulamazsın.
Hep ikiyüzlülük kiri, kıskançlık kiri, çıkarcılık kiri:
Yalnız bu ve yükselme umudu yalnız bunun.
Milyonla barındırdığın cesetler arasında
Temiz ve parlak çıkacak kaç alın vardır?
Örtün evet ey facia Örtün, evet ey şehir;
Örtün ve sonsuza dek uyu, ey dünya fahişesi!
Ey gösterişler, kuru gürültüler, şanlar, alaylar;
Katil kuleler, kaleli zindanlı saraylar;
Ey hatıraların sağlam türbesi olan ulu tapınak;
Ey geçmişleri, geleceklere taşımaya memur;
Birer bağlı dev gibi duran gururlu sütunlar;
Ey dişleri düşmüş sırıtan sur kafilesi;
Ey kubbeler, ey şanlı yalvarış binaları;
Ey doğruluğun adını taşıyan minareler;
Ey damı çökük medreseler, mahkemecikler;
Ey servilerin kara gölgesinde birer yer
Elde edebilmiş nice bin sabırlı dilenci;
Geçmişlere rahmet! diyen mezar levhaları,
Ey türbeler, ey her biri pek gürültülü bir hatıra
Uyandırarak sessiz ve hareketsiz yatan atalar;
Ey çamur ve tozun savaş yeri eski sokaklar;
Ey açılan her gediği bir olay sayıklayan
Viraneler (yıkık dökük binalar), ey kötülerin uykuyla dolu pusu yeri;
Ey kapkara damlarıyla birer ayakta duran yası
Temsil eden sakin ve yıpranmış evler;
Ey her biri bir leyleğe, bir çaylağa vatan olan
Gamlı ocaklar ki acılıkla somurtmuş,
Yıllarca zamandan beri tütmek ne Unutmuş;
Ey midelerin zorlamasının zehri önünde
Her alçaklığı yutan iskelet ağızlar;
Ey doğanın yardımıyla en hazır ve verimli
Bir yaradılışa yaklaşmış iken aç, işsiz, güçsüz, kısır,
Her nimeti, her ihsanı, bütün kurtulma sebeplerini
Gökten dilenen tevekkül (her şeyi Allahtan bekleme) alçalması ki İkiyüzlü,
Ey köpeklerin sesi, ey söz söyleme şerefiyle imtiyazlı (özel haklara sahip)
İnsandaki nankörlüğe lanet okuyan çığlıklar,
Ey faydasız ağlama, ey zehirli gülüş,
Ey aciz ve elemin konuşması olan lanet bakışı;
Ey esatirin (mitoloji) boşluğuna düşen hatıra: namus;
Ey yüksek mevkilerin kıblesine çıkan yol: ayak öpme yolu;
Ey silahlı korku ki öksüz, dul ağızlardaki her kaderden şikâyet
Senin zararlarından doğmaktadır;
Ey şahsa dokunulmazlık ve hürriyetle birlikte
Bir teneffüs hakkı veren kanun efsanesi;
Ey olmayacak vaat; ey ebedi bilinen yalan;
Ey mahkemelerden durmadan sürülen hak;
Ey kuşkuların saldırması ile duygulanmaya gücü olmayan,
Vicdanlara uzatılan tecessüs (gizli soruşturma) kulağı;
Ey tecessüs korkusundan kilitlenmiş ağızlar;
Ey sevilmeyen ve aşağılanan milli çabalar;
Ey kılıç ve kalem, ey iki siyasi mahkûm;
Ey bilgi ve edebiyatın nasibi, ey unutulmuş yüz;
Ey çekişme yüküyle iki kat gezmeye alışmış
Eşraf (sözü geçenler) ve uyruklar koca bir maruf (herkesçe bilinen) unsur;
Ey aşağı eğilmiş baş, ak pak fakat iğrenç;
Ey taze kadın, ey onu takibe koşan genç;
Ey ayrılık kahrına uğramış ana, ey kırgın eş;
Ey kimsesiz avare çocuklar Hele sizler,
hele sizler
Örtün, evet, ey facia Örtün, evet, ey şehir;
Örtün ve sonsuza dek uyu, ey dünya fahişesi
Şiir Hakkında
Tevfik Fikretin Sis adlı şiirinin altında 18 Şubat (Miladi takvime göre: 3 Mart ) tarihi bulunmaktadır. Şair, bu şiirinde istibdat rejimini eleştirmektedir.
Sis olayı İstanbulda sıkça görülen bir durumdur. Sis İstanbul için özel bir durum ifade eder. Şehir normalde bile büyük ve ürperticiyken bir de sise büründüğü zaman daha da ürpertici bir duruma gelir. Sis burada dönemin siyasi yapısını temsil etmektedir.
Şiirin Biçim Yönünden İncelenmesi
Nazım biçimi: Serbest Müstezattır.
Uyak düzeni: aa / bb / cc / dd / ee / ff şeklinde devam eder.
Ölçüsü: Aruz ölçüsünün mef û lü / me fâ î lü / me fâ î lü / fe û lün kalıbıyla yazılmıştır.
Şiirin Ahenk Unsurları (Uyak ve Redifler)
muannid
mütezâyid -id tam uyak
eşbâh
elvâh -âh zengin uyak (-â iki ses değerindedir)
nazarlar
korkar -ar tam uyak
müzlim
mezâlim -lim zengin uyak
garrâ
pîrâ -râ zengin uyak
mezârı
câzibedârı -ı redif; -âr zengin uyak
nefret
sefâhet -et tam uyak
içinde
zinde -inde zengin uyak
müsahhir
bâkir -ir tam uyak
hüveydâ
temâşâ -â tam uyak
süzgün
görünürsün -ün tam uyak
mûnis
bî-his -is tam uyak
hıyânet
lânet -net zengin uyak
zerrelerinde
içerinde -inde redif; -er tam uyak
teneffu
tereffu -effu zengin uyak
arasından
dirahşan -an tam uyak
şehr
dehr -ehr zengin uyak
alaylar
saraylar -lar redif; -ay tam uyak
mabed
mukayyed -ed tam uyak
memûr
sûr -ûr zengin uyak
münâcât
minârât -ât zengin uyak
mahkemecikler
yer -er tam uyak
sâbir
mekaabir -âbir zengin uyak
yâd
ecdâd -âd zengin uyak
sokaklar
sayıklar -klar zengin uyak
eşirrâ
ber-pâ -â tam uyak
mesâkin
mavtın -in, -ın tam uyak (kulak kafiyesi)
somurtmuş
Unutmuş -muş redif; -t yarım uyak
önünde
kadîde -de tam uyak
münim
âkım -im, -ım tam uyak (kulak kafiyesi)
rehâyı
Mürâyi -âyı, -âyi zengin uyak (k.k)
mümtaz
âvâz -az, -âz tam uyak
zehrin
nefrîn -rin, -rîn zengin uyak
nâmûs
pâ-bûs -ûs zengin uyak
râci
tâli -i yarım uyak
makrûn
kaanûn -ûn zengin uyak
muhakkak
hak -ak tam uyak
tahassüs
tecessüs -ssüs zengin uyak
ağızlar
muhakkar -ar tam uyak
siyâsî
mensî -sî zengin uyak
melûf
marûf -ûf zengin uyak
iğrenç
genç -enç zengin uyak
muğber
Hele sizler -er tam uyak
(Hele sizler)
şehr
dehr ehr zengin uyak
Şiirdeki Diğer Ahenk Unsurları
Şiirde uyak, redif ve ölçü dışında; şiir boyunca ey ünlemi tekrar edilerek ahenk güçlendirilmiş aynı zamanda şiire akıcılık kazandırılmıştır.
Şiirde e, a ve u sesleriyle asonans yapılarak iç ahenk sağlanmıştır.
Ayrıca şiirde ahengi güçlendirme ve anlamı vurgulamak için bazı kelime tekrarlarının da yapıldığı görülür.(örtün örtün, hele sizler hele sizler, evetevet gibi)
Şiirin teması: İstanbuldur. Ancak şair İstanbulu anlatırken dönemin sosyal ve siyasal yapısını da eleştirmiştir.
Şiirin Anlam Yönünden İncelenmesi (Açıklama Yorum)
Tevfik Fikret, şiirinde önce İstanbulu ağır bir sisin sardığını söylüyor. Sonra sisin içindeki İstanbulu tasvir ediyor. İstanbulun tasvirinde istibdat yönetiminin (II. Abdülhamit dönemi) etkisini ve şairde uyandırdığı karamsar ruh halinin yansımalarını görüyoruz.
Sis şiirinde hedef sultandır. Fakat şair, İstanbulu, tarihi, insanları, içten ve dıştan, yakın ve uzak görünümüyle simge şehir olarak hedef almıştır. Ufuklarını bir inatçı duman sarmış, gittikçe çoğalan bir beyaz karanlık ki basıncının altında cisimler silinmiş gibidir, bütün levhalar tozlu bir bulanıklıktan ibarettir; bir tozlu ve heybetli bulanıklık ki bakışlar dikkatle dibine işleyemez, korkar!
Sarmış yine âfâkını bir dûd-ı muannid,
Bir zulmet-i beyzâ ki peyâpey mütezâyid.
Tazyîkının altında silinmiş gibi eşbâh,
Bir tozlu kesâfetten ibaret bütün elvâh;
Bir tozlu ve heybetli kesâfet ki nazarlar
Dikkatle nüfûz eyleyemez gavrine, korkar!
Bu betimleme şairin ruh halini yansıtır, ancak betimlemeden sonra gelen dizelerde Sana layık bu derin, karanlık örtü, ey zulümler sahnesi diyerek tüm şehri suçlar.
Lâkin sana lâyık bu derin sürte-i müzlim,
Lâyık bu tesettür sana, ey sahn-ı mezâlim!
Tevfik Fikret, Sis adlı şiirini derin ümitsizlik ve yalnızlık duyguları içinde kaleme almıştır. Fikretin kötümserliği İstanbulun maddi manevi bütün varlığına karşı duyulmuş güçlü bir nefret halinde kendini gösterir.
Şair İstanbul'u sadece tasvir etmez, tarihini de hatırlatır. Daha kurulurken bir ihanet eli temeline lanetin zehirli suyunu katmış gibidir. O, Doğunun çekici kraliçesidir. Bin kocadan arta kalan dul bir kız gibidir. Sevimlidir ama kirli kadınlar gibi. Seveni çoktur ama o, hepsine karşı duygusuzdur. İçinde yaşayanlara ikiyüzlülük, kıskançlık ve çıkarcılık kiri bulaşmıştır. Temizliğin zerresi bulunmaz.
Görüldüğü gibi şair, karmaşık duygular içindedir. Bu öyle bir hale gelir ki şair, İstanbulu bir taraftan sevimli, çekici ve güzel bir kadına, diğer taraftan duygusuz, acımasız ve kirletilmiş bir kadına benzetir.
Ey bin kocadan arta kalan bîve-i bâkir;
Hüsnünde henüz tâzeliğin sihri hüveydâ,
Hâlâ titrer üstüne enzâr-ı temâşâ.
Hâriçten, uzaktan açılan gözlere süzgün
Çeşmân-ı kebûdunla ne mûnis görünürsün!
Mûnis, fakat en kirli kadınlar gibi mûnis;
Üstünde coşan giryelerin hepsine bî-his.
Öyleyse bu şehir pisliklerini göstermemek için ağır bir sisle örtünmelidir.
Örtün, evet, ey hâile Örtün, evet, ey şehr;
Örtün ve müebbed uyu, ey fâcire-i dehr!..
Şair, İstanbulu tasvire devam eder. Şairin hedefinde sadece insanlar yoktur; saraylar, medreseler, mahkemeler, imaretler(hayır kurumları), türbeler, camiler, surlar ve sokaklar da vardıseafoodplus.infoul un gösterişli görünümü içinde; viraneler (yıkık dökük binalar), kötülerin uykulu pusu yerleri; kapkara damlarıyla ayakta duran, yası temsil eden sakin ve yıpranmış evler; her biri bir leyleğe, bir çaylağa vatan olan acılıkla somurtmuş gamlı ocaklar vardır. Şair, sadece sansür, casusluk, ihbar, sürgün gibi uygulamaları değil, bütün bir şehir olarak İstanbulu eleştirmiştir.
Şair, halkı istibdattan ayrı tutmaz. Tüm şehri yönetimin bir işbirlikçisi gözüyle görmeye başlar. Bu kadar gösterişin içinde iyi ve güzel hiçbir şey yoktur. Seyredenleri kendine hayran bırakan camiler, saraylar, medreseler, mahkemeler birer kötülük mekanıdır. Her yerde matem ve karabasan havası hakimdir.
Katil kuleler, kalalı zindanlı saraylar;
Ey dahme-i mersûs-i havâtır, ulu mabed;
Ey gırre sütunlar ki birer dîv-i mukayyed,
Mâzileri âtîlere nakletmeye memûr;
Ey dişleri düşmüş, sırıtan kafile-i sûr;
Ey kubbeler, ey şanlı mebânî-i münâcât;
Ey doğruluğun mahmil-i ezkârı minârât;
Ey sakfı çökük medreseler, mahkemecikler;
Ey servilerin zıll-i siyahında birer yer
Temin edilmiş nice bin sâil-i sâbir:
Geçmişlere rahmet! diyen elvâh-ı mekaabir;
Ey türbeler, ey her biri pür-velvele bir yâd
İkaaz ederek sâmit ü sâkin yatan ecdâd;
Ey mareke-î tîn ü gubâr eski sokaklar;
Ey her açılan rahnesi bir vaka sayıklar
Viraneler, ey mekmen-i pür-hâb-ı eşirrâ;
Ey kapkara damlarla birer mâtem-i ber-pâ
Temsîl eden âsûde ve fersûde mesâkin;
Ey her biri bir leyleğe, bir çaylağa mavtın
Gam-dîde ocaklar ki merâretle somurtmuş
Tevfik Fikret, şiirinde yüksek mevkilere çıkan yolu; ayak öpme yolu olarak görmüş ve onlar için namusun hiçbir önemi kalmadığını şu dizelerle dile getirmiştir:
Ey cevî-i esâtîre düşen hâtıra: nâmûs;
Ey kıble-i ikbâle çıkan yol: reh-i pâ-bûs
Sansür ve istibdadı ise Ey seyf ü kalem, ey iki mahkûm-i siyâsî; / Ey behre-i fazl ü edeb, ey çehre-i mensî dizeleriyle dile getirir.
Bu dizelerde geçen kalem gazeteci yazar, bürokrat ve memurlar, seyf ise askerlerdir. Baskı altındaki bu iki zümre de birer siyasi mahkuma benzetilir.
Şairin yoğun sis içinde gördüğü bunlardır. Doğanın sisi dağılacak ancak istibdadın sisi devam edecektir. Bütün bu manzara içinde şairin en korumasız ve kimsesiz gördüğü çocuklardır. Onlar sisin ve istibdadın yükünü taşıyacak güçte değillerdir.
Ey mâder-i hicrân-zede, ey hemser-i muğber;
Ey kimsesiz, âvâre çocuklar Hele sizler
hele sizler
Dil ve Anlatım
Sis şiirinde, resmedercesine tasvir ile hayal gücünü harekete geçirme söz konusudur. Şiir, Arapça, Farsça kelime ve tamlamalarla yüklüdür. Ancak anlatım akıcıdır. Şiirde sözün musiki gücünden yararlanılmıştır.
Şair sis imgesi ile o zamanki hükümet merkezi olan İstanbulu kişileştirir. Anlatımında teşbih (benzetme), teşhis (kişileştirme), hüsn-i talil (güzel bir nedene bağlama), tezat (zıtlık), nida (seslenme) gibi söz sanatlarından ve imgelerden yararlanır.
Şiir, iki bentten oluşmaktadır. Her bendin sonunda Örtün diye başlayan beyitler nakarat gibi kullanılmıştır.
Şiirin anlatımı; şairin karamsar, ümitsiz ve karmaşık duyguları barındıran ruhsal yapısını da yansıtmaktadır.
Genel Değerlendirme
Baskıcı bir yönetimin idaresinde dönemin yazar ve şairleri susturulmuş, hapse atılmış ya da sürülmüştür. Dönemin etkisiyle bazı yazar ve şairler toplumsal yaşamın dışında aşk, özlem, hayali bir ülke gibi bireysel konulara yönelmiştir. Böyle bir ortamda Tevfik Fikret, kendi bakış açısından sis imgesiyle dönemin baskıcı yönetimini ve bunun karşısında suskun kalan tüm İstanbulu acımasızca eleştirmiştir.
Tevfik Fikretin Sis şiiri, her ne kadar Arapça, Farsça kelime ve tamlamalarla yüklü olsa da bir dönemi ve bir dönemin sanat anlayışını yansıtması bakımından önemli bir belge niteliği taşır.
Tevfik Fikret
Hayatı
Tevfik Fikret, 24 Aralık de İstanbulda doğdu. Asıl adı Mehmet Tevfiktir. Çocuk yaşta annesinin ölümü, onu hayatı boyunca etkiledi. Ortaöğrenimini önce Mahmudiye Rüştiyesinde sonra Galatasaray Sultanisinde yaptı. Burada Recaizade Mahmut Ekremin öğrencisi oldu. Duygulu kişiliği onu genç yaşta şiire yöneltti.
yılında Galatasaray Sultanisini bitirdikten sonra Hariciye Nezareti İstişare Odasında (Dışişleri Bakanlığı Enformasyon Dairesi) kâtip olarak göreve başladı. Yeterince çalışmadan para kazandığı gerekçesiyle buradan ayrıldı. Daha sonra kısa sürelerle çeşitli memurluklarda bulundu. Ek iş olarak Ticaret Mekteb-i Âlisinde hat ve Fransızca öğretmenliği yaptı. yılında dayısı Mustafa Beyin kızı Nazime Hanımla evlendi.
de Mirsad dergisinin açtığı şiir yarışmasının birinciliğini kazanınca, edebiyat çevrelerinin dikkatini çekti. de Galatasaray Sultanisine Türkçe öğretmeni olarak atandı.
te Hüseyin Kazım Kadri ve Ali Ekrem Bolayırla birlikte Malumat dergisini çıkarmaya başladı. te hükümetin bütçede kısıntı yapma gerekçesiyle memur maaşlarının yüzde onunu kesmesine tepki olarak Galatasaray Sultanisindeki görevinden istifa etti ve inzivaya çekildi.
Şiir konusunda bir süre suskun kalan Fikret, İsmail Safanın yönettiği Mirsad dergisinde Bahar isimli şiirini yayınlayarak suskunluğunu bozdu. Aynı yıl Mirsadda 18 şiiri daha yayınlandı. Derginin açtığı iki yarışmada da birincilik kazanarak ününü arttırdı.
te Recaizade Ekrem, Fikreti bir bilim dergisi olan Servet-i Fünun un sahibi Ahmet İhsanla tanıştırdı. Dergi, Tevfik Fikret yönetiminde edebiyat dergisi olarak çıkmaya başladı. Şair, yılının haziran ayında oğlu Halukun doğumuyla baba oldu. O sıralarda sanat yaşamının en verimli devresini yaşamaktaydı. Şiirlerini Mehmet Tevfik yerine Tevfik Fikret olarak yayınlamaya başladı.
Yönettiği derginin etrafına yenilikçi bir grup aydın toplanmıştı. Bu topluluğun hareketine Edebiyat-ı Cedide dendi. Kurulan bu topluluk siyasi eylem ve söylemlerden uzak duruyordu.
Tevfik Fikretin şiirlerindeki toplumsal içerik zamanla artarak ulusalcılık ön plana çıktı. Osmanlı Yunan Savaşında Türklerin büyük bir zafer kazanmasından etkilenerek kahramanlık şiirleri yazdı. den itibaren Robert Kolejinde Türkçe dersleri vermeye başladı.
Tevfik Fikret, okul dışında kalan tüm zamanını dergi işlerine ayırıyordu. O günlerde dostu İsmail Safanın evinde okuduğu Abdülhamit karşıtı bir şiiri, gözaltına alınmasına yol açtı. Evi arandı. Söz konusu şiir bulunamayınca birkaç gün sonra serbest bırakıldı. Çok geçmeden başka bir bahaneyle tekrar gözaltına alınınca Fikrette inzivaya çekilme ve başka bir ülkeye gitme düşüncesi derinleşti. Ancak bu hiçbir zaman gerçekleşmedi.
yılında ilgiyle karşılanan ilk kitabı Rübab-ı Şikesteyi yayınlayan Fikret, Ahmet İhsanla birlikte dergi yönetiminde uyuşamadığı için ertesi yıl topluluktan ayrıldı. Yerine Hüseyin Cahit geçti. Birkaç ay sonra Hüseyin Cahitin Fransız İhtilalı üzerine yaptığı bir çeviri nedeniyle dergi kapatıldı ve grup dağıldı.
de Trablusgarp Savaşı nedeniyle Meclisin feshedilmesine tepki olarak Doksanbeşe Doğru adlı şiirini yazdı. Eleştirilerine devrin yolsuzluklarını dile getiren Han-ı Yağma ve I. Dünya Savaşına girilmesini yeren Sancak Şerif Huzurunda şiirleriyle devam etti. Fikretin şiirleri devrin yöneticilerini kızdırdı ve muhafazakâr çevrelerden ağır eleştiriler almasına neden oldu. Bu olumsuz tepkiler şairde büyük bir moral çöküntüsüne sebep oldu ve sağlığı bozuldu.
Modern bir okul açmak, yeni bir edebiyat dergisi çıkarmak gibi projeleri vardı ama bozulan sağlığı nedeniyle bunları gerçekleştiremedi. Son yıllarını çocuk şiirleri yazmakla geçirdi. Çocuklar için yazdığı şiirlerini Şermin adlı kitabında topladı. Geçirdiği ameliyat sonrası 19 Ağustos te Aşiyanda hayata gözlerini yumdu. Aşiyan, yılında müze haline getirildi. Mezarı 24 Aralık de Aşiyanın bahçesine taşındı.
Edebi Kişiliği
Tevfik Fikret, yenilikçi ve değişimci sanat anlayışıyla edebiyat alanında adını duyuran bir sanatçıdır. Yarattığı konu zenginliği ile Türk şiirinin ufkunu açan, yeni bir biçim ve söyleyiş kurgusu oluşturan, kendinden sonra gelen kuşaklara sanat ve fikir bakımından örnek oluşturan biridir.
Servet-i Fünun dergisiyle yeni bir edebiyat hareketinin başlamasına önderlik eden Fikret, yazdığı şiirlerle hem konu hem de yapısal açıdan yeni ve farklı bir yol çizmiştir. Şaire göre her şey şiirin konusu olabilir.
Tevfik Fikretin kaleme aldığı düzyazıları da dikkat çekicidir. Bu yazılar hem kendi sanat anlayışını yansıtması bakımından hem de Edebiyat-ı Cedide (yeni edebiyat) hareketinin edebiyat ve sanat anlayışını dile getirmesi bakımından ayrı bir önem taşımaktadır.
Tevfik Fikretin sonrası şiirlerinde büyük bir değişim gözlenir. Servet-i Fünun döneminde daha ılımlı bir üslupla şiirler yazan sanatçı, topluluğun dağılmasıyla birlikte daha sert ve daha yüksek bir sesle şiirler yazmaya başlar. Bunun ilk örneğini Sis şiiriyle veren şair, çocuklar için yazdığı şiirler hariç, son günlerine kadar bu üslubunu korumuştur.
Fikret, nazım biçimi, nazım tekniği gibi konulara duyarlılıkla yaklaşırken dil konusunda böyle bir tutum sergilememiştir. Anlatımındaki eski söyleyişe ve kendi yarattığı terkiplere aşırı bağlılık şiirlerini anlaşılması zor bir hale getirmiştir. Ferda, Millet Şarkısı, Han-ı Yağma, Halukun Vedaı gibi şiirleriyse yalın ve anlaşılır bir Türkçeye yöneldiği şiirleri arasında sayılabilir.
Tevfik Fikretin sanat anlayışını üç dönemde inceleyebiliriz. Bunlardan birincisi sanat için sanat görüşüyle yazdığı dönemdir. Rübab-ı Şikeste kitabında yer alan şiirleri buna örnek olarak gösterilebilir.
İkinci dönem geçiş dönemi olarak adlandırılabilir. Halukun Defteri kitabındaki şiirleri bu dönemde yazılmıştır.
Toplum için sanat görüşüyle yazdığı şiirlerini de Rübabın Cevabı kitabında toplamıştır.
Eserleri
Şiir
Rübab-ı Şikeste ()
Halukun Defteri ()
Rübabın Cevabı ()
Şermin (, çocuklar için yazdığı şiirler)
Tarih-i Kadim ()
Son Şiirler (, hazırlayan Cevdet Kudret)