dr ihsan jeon muayenehane / Vikiproje:Sinema/MaddeListesi - Vikipedi

Dr Ihsan Jeon Muayenehane

dr ihsan jeon muayenehane

1

2 Sağlıkta dezenformasyonlar SDKIŞ SAYI: 53 ISSN: TÜRKİYE EĞİTİM, SAĞLIK VE ARAŞTIRMA VAKFI (TESA) ADINA SAHİBİ Dr. Fahrettin Koca SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Prof. Dr. Naci Karacaoğlan EDİTÖR Prof. Dr. Recep Öztürk EDİTÖRLER KURULU Prof. Dr. Mustafa Altındiş Prof. Dr. Yüksel Altuntaş Prof. Dr. Lütfü Hanoğlu Dr. Öğr. Üyesi İlker Köse Prof. Dr. Fahri Ovalı Dr. Bülent Özaltay Prof. Dr. Hanefi Özbek Prof. Dr. Gürkan Öztürk Prof. Dr. Mustafa Öztürk Prof. Dr. Haydar Sur Dr. Öğr. Üyesi Salih Kenan Şahin Prof. Dr. Muzaffer Şeker Prof. Dr. Akif Tan Prof. Dr. Mustafa Taşdemir Dr. Öğr. Üyesi Mahmut Tokaç * Soy isimlere göre alfabetik sırayla YAYIN KOORDİNATÖRÜ Ömer Çakkal GÖRSEL YÖNETMEN A. Selim Tuncer GRAFİK TASARIM Sertan Vural YAPIM Medicom YÖNETİM ADRESİ Koşuyolu Mah. Alidede Sk. Demirli Sitesi A Blok No: 7 / 3 Ka dı köy İs tan bul Tel: BASKI Ege Basım Ltd. Şti. Esatpaşa Mah. Ziyapaşa Cad. No: 4 Ege Plaza Ataşehir / İstanbul Tel: YAYIN TÜRÜ Ulusal Süreli Yayın SD ye gönderilen makaleler, alıntı tespit programı ithenticate te tarandıktan sonra kabul edilmektedir. Yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında, yayımcının yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz. WEB E-POSTA [email protected] Havanın ve çevrenin kirlendiği, değerlerin kaybolmaya yüz tuttuğu, fıtratın giderek bozulduğu bir çağdayız. Fıtrata uygun şekilde dosdoğru olmak ve davranmak konusunda sorumluluk bilincini giderek kaybeden akıl ve irade sahibi insanoğlu ne yazık ki kirlenmeden, kayıplardan, bozulmadan sorumlu yegane varlık. Hemen her alandaki bozulma/tahrifat ve kirlenme bilgi, iletişim ve haberleşme alanını da olumsuz şekilde etkilemektedir. Bilgi birikiminin ve haber trafiğinin çok yoğun yaşandığı günümüzde yazılı, görsel basın dışında web dünyası ve sosyal medya bilginin ve haberin yaygınlığını ve etkisini küresel ölçekte çok ileri boyutlara taşımaya devam ediyor ve bu yaygın etki çok büyük bir hızla artmaya devam etmektedir. Hedef kişi ve gruplara zararı hedefleyen, sahte/yalan/ yanlış olduğu bilinen bilgilerin bilinçli şekilde oluşturulup paylaşılması (dezenformasyon) günümüzün önemli ve yaygın bir toplumsal sorunudur; yalan/ yanlış bilgilendirme/haber bazen art niyet olmadan bilmeden de yapılabilmektedir (misenformasyon). Bozulma, kirlenme, tahrifatın etkilenmediği alan neredeyse kalmamış durumdadır! Çevreden, gıdaya, değişik üretim alanlarından, sözel, görsel ve işitsel iletişime kadar her alan olumsuz etkilenmektedir. Sağlık alanında da dezenformasyon ve misenformasyon çok yaygın durumdadır. Günümüzde dezenformasyon bilgi/ savaşı çerçevesinde toplumda yıkıcı etki oluşturmaktadır.

3 Karmaşık bir süreç olan bilgilendirme, haber, iletişim kapsamında doğru olmayan (yalan, yanlış) bilgiler internet ortamında (web siteleri, bloglar, sosyal medya: Facebook, Twitter, Youtube vd.) klonlanarak yayılmaktadır. Eleştirel düşünme ve okumadan uzak kitlelerin büyük kısmı (en az %75 lik kesim), bu yollarla kendilerine ulaşılan bilgileri/haberleri irdelemeden kabul etmekte ve yayılmalarına aracılık etmektedir. Sağlık alanında dezenformasyon başta ticari gayeler (çok satma, çok kazanma arzusu vd.) yanında, taraftar olunan görüşlerin yayılması, sosyal itibar kazanma, rekabet vd. değişik amaçlarla etik olmayan bir şekilde kullanılmaktadır. Her alanı kuşatan tüketim kültürünün, sağlık alanını geniş bir çerçevede kuşatmış olması olumsuz etkileri yaygınlaştırmaktadır. Bilginin en büyük güç olduğu çağımızda bu gücün uygun olmayan şekilde kullanılması değişik olumsuzluklara neden olmaktadır. Klonlanarak artan bilgi/haber web ortamında/sosyal medyada büyük bir kirlilik oluşturmakta, kişilerde /toplumda telaşa neden olmakta, kişilerin davranış ve tercihleri yanlış ve olumsuz yönde etkilenmekte, kamuoyu da etkilenerek yanlış yönlendirilmektedir. Ülkemizde sağlık alanında dezenformasyon yaygındır ve ne yazık ki bu yaygınlık giderek artmaktadır. Uzmanlık alanıyla ilgisiz kişilere iletişim araçlarının reyting amaçlı gösterdiği ilgi, güveni azalmış halkın güvenini daha da kırmakta, oluşturulan panik ortamı yeni dezenformasyonlarla beslenmektedir. Alanın uzmanlarının söz, yazı ve itirazları cahil cesaretinin naralarının her tarafı kapladığı bir ortamda cılız bir ses olarak kalmaktadır. Aşılar, yüksek kolesterol ilaçları, şeker hastalığı, kanser tedavisi ve diğer pek çok konuda alanının uzmanı olmayanlarca ortaya atılan kanıta dayanmayan olumsuz görüşler, kolaycı sözde seçeneklerin sorumsuzca sunulduğu ortamda taraftar bulabilmektedir. Sosyal medyanın ve diğer iletişim kaynaklarının hiçbir kurala riayet etmeden sorumsuzca kullanılması ile dezenformatik bilgi ve haberlere taraftar olanların sayısı artmaktadır. Topluma büyük zarar veren ve daha büyük bedeller ödetecek sağlıkta dezenformasyon konusunda kişi ve toplum düzeyinde yapılması gereken çok iş vardır. Hangi alanda olursa olsun sağlık alanında da yalan/ yanlış bilgi ve haberlerin yaygın olduğu konusunda farkındalık oluşturulmalı, sağlık okur yazarlığı artırılmalı, eleştirel düşünme eğitim sisteminin olmazsa olmazı olmalı, toplumun da bilinçlenmesi sağlanmalıdır. Çok sektörlü, çok düzeyli bir strateji çerçevesinde, hekimler, diğer sağlık çalışanları dezenformasyonla mücadelede liderlik yapmalı, sağlık haberciliği alanında çalışanlar, halkla yakın temas eden öğretmenler, imamların bilgilendirilerek desteği sağlanmalı ve kamuoyu sürekli doğru şekilde bilgilendirilmelidir. Yalanı bütün kötülüklerin anası olarak kabul eden bir medeniyetin mensupları olarak sağlık ve diğer alanlardaki dezenformasyonla mücadele etmenin insani bir sorumluluk olduğu unutulmamalıdır.

4 İçindekiler 6 SAĞLIKTA YANLIŞ/YALAN BİLGİNİN ETKİLERİNİ AZALTMADA HEKİMLERE DÜŞEN ROLLER PROF. DR. RECEP ÖZTÜRK 16 HAYATIN TIPLAŞTIRILMASI, FARMASOTİKLEŞTİRİLMESİ VE GENETİKLEŞTİRİLMESİ PROF. DR. OSMAN E. HAYRAN 10 DEZENFORMASYONUN ARKEOLOJİSİ: ŞEYTANIN FISILTISI PROF. DR. HAYRETTİN KARA 12 SAĞLIKTA OLGU, ALGI VE DUYGU FARKI PROF. DR. NEVZAT TARHAN 22 NE İÇİN BESLENİYORSUNUZ? DR. ÖĞR. ÜYESİ ELVAN YILMAZ AKYÜZ PROF. DR. YÜKSEL ALTUNTAŞ 24 ÇOCUKLARDA BESLENME İLE İLGİLİ DOĞRU BİLİNEN YANLIŞLAR PROF. DR. FAHRİ OVALI

5 28 BESLENME VE DİYETETİK ALANINDAKİ BİLGİ KİRLİLİĞİ PROF. DR. GÜLGÜN ERSOY 32 BİLGİ KİRLİLİĞİNDE SAĞLIKLI GIDAYI ARAMAK DOÇ. DR. NİHAL BÜYÜKUSLU 34 SAĞLIKLI YAŞAM VE EGZERSİZ KONUSUNDAKİ MİTLER DR. ESİN NUR TAŞDEMİR - PROF. DR. BÜLENT BAYRAKTAR 38 SAĞLIKLI YAŞAM ADINA SPORDA YAŞANAN DEZENFORMASYONLAR PROF. DR. EKREM ALGÜN 40 SAĞLIKTA DEZENFORMASYONUN BELİRGİN ÖRNEĞİ OLARAK AŞI KARŞITLIĞI PROF. DR. MUSTAFA ALTINDİŞ 42 GELENEKSEL TIPTA DEZENFORMASYON DR. ÖĞR. ÜYESİ MAHMUT TOKAÇ 44 GELENEKSEL VE TAMAMLAYICI TIP UYGULAMALARI (GETAT) İÇİN KLİNİK ARAŞTIRMALAR MEVZUATI PROF. DR. HANEFİ ÖZBEK 46 MİSENFORMASYON VE SAĞLIKTA ŞİDDET DR. BAYRAM DEMİR 50 TIBBIN KARANLIK ÇAĞI DR. MURAT BALANLI 52 SAĞLIKTA BİR DEZENFORMASYON SONUCU OLARAK SİBERKONDRİA DOÇ. DR. SELMA ALTINDİŞ 56 SAĞLIK, DEZENFORMASYON VE POLİTİK SÖYLEM DR. SALİH KENAN ŞAHİN 58 ÇARPICI BİR SAĞLIKTA DEZENFORMASYON VAKASI: TUZ TANSİYONU YÜKSELTMEZ, AKSİNE DÜŞÜRÜR MÜ? PROF. DR. İSMAİL TAYFUN UZBAY 62 SAĞLIK HABERCİLİĞİ VE DEZENFORMASYONLAR ÖMER ÇAKKAL 66 DİJİTAL DÜNYANIN MASKESİNİ DÜŞÜRÜN! MUZAFFER MALKOÇ 68 DİJİTAL PANDEMİ SAĞLIK HARCAMALARINI TETİKLİYOR MU? PROF. DR. ZAFER ÇALIŞKAN 72 HEMENÇEMDEKİ DEZENFORMASYON! PROF. DR. ŞABAN ŞİMŞEK 76 BENİ HAFİFE ALMA PROJESİ PROF. DR. ALPER CİHAN 78 MESUT UÇAKAN: SON ÇEYREK ASIRDA SİYASET ALIP YÜRÜDÜ AMA KÜLTÜR-SANAT YERİNDE SAYDI 84 TIP EĞİTİMİNDE SAĞLIĞIN YERİ: BİR ÖZELEŞTİRİ DENEMESİ PROF. DR. MUSTAFA SAMASTI 88 İLAÇ GELİŞTİRİLMESİNDE KLİNİK DENEMELER VE ÜLKEMİZ İÇİN ÖNEMİ PROF. DR. IŞIK TUĞLULAR 90 NİCELİK Mİ, NİTELİK Mİ? PROF. DR. MEHMET AKİF KARAN 92 SABİM KAPATILSIN MI? DR. MEHMET AKIF SEZEROL - DR. HÜSEYIN KÜÇÜKALI 96 DR. ORHAN DOĞAN KARİKATÜR

6 DOSYA: SAĞLIKTA DEZENFORMASYON Sağlıkta yanlış/yalan bilginin etkilerini azaltmada hekimlere düşen roller Prof. Dr. Recep Öztürk yılında İkizdere de (Rize) doğdu. Tulumpınar Köyü Mehmet Akif İlkokulu, İkizdere Ortaokulu, Rize Lisesi ve İstanbul Üniversitesi (İ.Ü.) Cerrahpaşa Tıp Fakültesinden mezun oldu (). Enfeksiyon hastalıkları ve klinik mikrobiyoloji uzmanlığını İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde yaptı te doçent, de profesör oldu. İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Öğretim Üyeliğinden da emekli oldu te Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Üyeliği, te Tıpta Uzmanlık Kurulu (TUK) üyeliği ve başkan vekilliği yapmıştır. Sağlık Bakanlığı Ulusal Enfeksiyon Önleme ve Kontrol Kurulu ile Bağışıklama Danışma Kurulu üyesidir. Öncelikli uğraş alanları hastane enfeksiyonları, enfeksiyöz ishaller, enfeksiyon hastalıkları laboratuvar tanısı ile yükseköğretimde kalite ve akreditasyondur. Dr. Öztürk, hâlen İstanbul Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Başkanı ve Üniversite Kalite Koordinatörüdür. Diğer alanlarda olduğu gibi sağlık alanında da bilgi ve haber birikimi çok büyük bir hızla artmaktadır. Bilişim teknolojisinin hızla gelişmeye devam etmesi, internet ve sosyal medyanın çok yaygınlaşması bu bilgi ve haber birikiminin küresel ölçekte yayılımına neden olmaktadır. Böylesine kompleks bir süreçte bilgi ve haber kapsamında doğru olmayan (yalan, yanlış) bilgiler de klonlanarak yayılmaktadır. İnternet (web siteleri, bloglar, Facebook, Twitter, YouTube vb.) sağlık alanında bilgi edinme aracı/kaynağı olarak kullanılmaktadır. Ancak kullanıcıların yalnızca %25 kadarının çok yaygın kullanılan bu bilgi kaynaklarının güvenilir olup olmadığını sorguladığı tespit edilmiştir. Yanlış bilgi/haber genelde üç başlık altında ele alınmaktadır: Dezenformasyon, misenformasyon ve malinformasyon. Dezenformasyon Kelime olarak Fransızca désinformation ın doğrudan Türkçe ye uyarlanmasıdır. Sahte/yalan/ yanlış olduğu bilinen bilgilerin bilinçli olarak yaratılması ve paylaşılmasıdır. Bir kişiye, sosyal gruba, organizasyona veya ülkeye zarar vermek için yanlış ve kasıtlı olarak oluşturulan bilgilerdir. Dezenformasyon (kasıtlı/bilerek sunulan yanlış bilgi) doğrudan üretilerek, doğru bilgi ile yalan bilgiyi karıştırarak (harmanlayarak), bilginin bütünün gizleyip bir kısmını (eksik hali) bütün gibi sunarak, fazladan çarpıtma ilave ederek yapılır. Medyada karşımıza çıkan, bilinçli olarak kitleleri yanlış yönlendirmek/aldatmak amacıyla yapılan eksik habercilik veya yalan habercilik, dezenformasyonun en sık örneklerindendir. Başka bir açıdan dezenformasyon, bilgi savaşı demektir. Günümüzde dezenformasyonda gazete, televizyon, radyo, sosyal medya (Facebook, Twitter, YouTube vb.) gibi alanlarda haber, mesaj, fotoğraf, video gibi değişik materyaller kullanılabilir. Misenformasyon Yanlış bilgilendirme manasına gelen misenformasyon, kamuoyunu etkilemek veya gerçeği gizlemek için istemeden gönderilen yanlış veya yanıltıcı bilgiler demektir. Yanlış olan ancak zarar vermek amacıyla oluşturulmuş olmayan bilgilerdir. Kasıt olmaksızın sahte/yalan/yanlış bilginin paylaşılmasıdır. Malinformasyon Gerçeğe dayanan, bir kişiye, kuruluşa veya ülkeye zarar vermek için kullanılan kötü bilgilerdir. Dezenformasyon, misenformasyon ve malinformasyon takipçiler için risk oluşturur. Ancak misenformasyonda bir kasıt yoktur. Bilgi bir hata sonucunda yanlışa yönlendirir. Yalan haber ve yanlış bilgi; internet kullanıcıları, küçük gruplar, geleneksel medya kuruluşları, çeşitli şirketler veya troller aracılığıyla çok farklı amaçlarla da yayılmaktadır. İnsanların bilmeyerek/kasıt olmaksızın paylaştığı sahte haberlerin/bilgilerin (misenformasyon) ortaya çıkarttığı tehlikeden çok; sistematik dezenformasyon kampanyalarından kaynaklı tehlikelerin daha endişe verici olduğu uzmanlar tarafından bildirilmiştir. Bu yazıda sağlıkta dezenformasyon konusunda hekimlerin kişi ve toplum sağlığı adına yapabilecekleri özetlenecektir. Sağlık alanında dezenformasyon, başta ticari gayeler yanında taraftar olunan görüşlerin yayılması, sosyal itibar kazanılması ve haksız rekabet gibi değişik amaçlarla kullanılmaktadır. Yazılan bir kitabın veya üretilen bir ürünün çok satması ve ilgili sağlık kuruluşunun (hastane, poliklinik, laboratuvar, okul vb.) müşterisinin artırılması gibi amaçlarla dezenformasyon yapılabilmektedir. YouTube kanalları ve diğer sosyal medya ortamlarında 6 SD KIŞ

7 Aşı-otizm ilişkisi konusunda kurgulanmış olduğu kanıtlanan bir yayın, sonradan ilgili dergiden geri çekilmiştir. Bu konuda bir milyonu aşan çocuğu takip edildiği değişik kohortlarda, kızamık-kızamıkçıkkabakulak aşılamasının otizm riskini artırmadığı, hassas çocuklarda otizmi tetiklemediği ve aşılama sonrası otizm vakalarının kümelenmesi ile ilişkili olmadığı, yüksek kanıt gücüyle ortaya konmasına rağmen, bir kısım sağlık mensubu hatta hekim bu kurgulanmış yayının etkisinden kurtulamamıştır. herhangi bilimsel bir dayanağı olmaksızın üretilmiş (?) ilaç, tedavi yöntemi, besin/gıda takviyesi önerileri hem bireyin sağlığını hem de toplumun sağlığını tehdit etmektedir. Her alanı kuşatan tüketim kültürünün, sağlık alanını da geniş bir çerçevede etkileyip kuşattığı bir gerçektir. Sağlığın ticari meta haline getirilmiş olması, bu alandaki yanlış bilgilendirmeyi uyarılmış haber ve bilgilendirme, haber içinde reklam/ habere bürünmüş reklam gibi yollar kullanılarak artırmaya devam edecektir. Sağlık alanındaki bilgilerin ve sosyal yaşamdaki görüşlerin değişik nedenlerle yayılması ve taraftarlarının artırılması (aşı karşıtlığı vb.) dezenformasyonun diğer bir örneğidir. Dünya Sağlık Örgütü, yılında küresel sağlığa yönelik en büyük 10 tehdit arasına aşı tereddüdünü de dahil etmiştir. Özellikle insan sağlığını ilgilendiren kriz anlarında ya da kamuoyunda salgın hastalıklarla ilgili kamuoyunda arttığı dönemlerde internet ve sosyal medya ortamında doğru olmayan bilgilendirme ve haberlerin hızla yayıldığı görülmektedir. Bununla eş zamanlı olarak değişik önerilerin, ticari ürünlerin (bitkisel preparatlar, gıda takviyeleri vb.) ve ilgili haberlerin arttığı gözlenmektedir. İnternet kullanıcılarından sadece yüzde 15 inin sağlık haberlerinin kaynağını, güncel ve doğru olup olmadığını kontrol ettiği bilinmektedir. Dezenformasyona/Misenformasyona Karşı Hekimler Neler Yapmalı? Hekimlerin sağlık hizmeti (tanı, tedavi, korunma) dışında sağlık alanında da çok önemli görevleri vardır. Bir tıp fakültesi mezununun yedi alanda yeterlilik sahibi olması beklenmekte ve bahse konu yedi alanda rol alması istenmektedir. Bahse konu yedi alan şunlardır: 1. Hekimlik alanında uzman (Profesyonel) 2. Sağlık savunucusu 3. Ekip üyesi 4. Danışman 5. Yönetici-lider 6. Bilim insanı 7. İletişimci Hekim birey ve toplum odaklı sağlığın korunması ve geliştirilmesinin öneminin farkında olan, buna yönelik stratejileri belirleyebilip uygulayabilen bir profesyonel dir. Aynı zamanda bir sağlık savunucusu olarak gerek bireylerin gerekse toplumun sağlığının korunması ve geliştirilmesi için yapılması gereken tüm etkinlikleri planlama ve yürütme yeterliliğinde olmalıdır. Hekim yine bireylerin ve toplumun sağlık hizmetine ulaşmasının önündeki engelleri saptayabilmeli ve bunları en aza indirmenin yöntemlerini belirleyerek sağlıklılık durumunun geliştirilmesi için gereken tüm girişim ve uygulamaları yerine getirebilmelidir. Sağlık hizmetlerinin sunumunda birey ve toplum yararına çalışmalı dır. Bir lider ve yönetici olarak hekim, hasta güvenliğinin sağlanmasında risk faktörlerini belirleyip ölçebilir ve risk analizlerine göre karar verebilmeli dir. Görüldüğü üzere hekim sadece sağlık hizmet sunumu değil, kişisel ve toplumsal düzeyde sağlığı doğrudan ve dolaylı etkileyen sorunlar konusunda da etkinlik gösterebilmeli ve sorunları çözebilmelidir. Hekimin lider, iletişimci, bilim insanı gibi diğer yeterlilikleri de bu kapsamda yapacağı çalışmalara atıf yapmaktadır. Sağlıkta yanlış bilgilendirme (dezenformasyon, misenformasyon, malinformasyon) konusu; kişi ve toplum sağlığını olumsuz etkileme riski, yanlış bilgilerin artan hacmi ve yaygınlığı nedeniyle halk sağlığı olumsuz etkilemektedir. Bu nedenle her hekimim bu alanda sorumluluk alması gerekmektedir. Ne yazık ki internet ve sosyal medya ekosistemi ciddi şekilde kirlenmiş olup kirlilik bir açıdan geometrik olarak artmaktadır. Bu sebeple hekimlerin sorumlulukları gereği, halk sağlığını koruma ve sağlığı geliştirme adına bu kirlilikle mücadele etmesi elzemdir. Hekimler kişisel olarak üye oldukları kuruluşlar (tabip odaları, KIŞ SD 7

8 uzmanlık dernekleri, bilimsel dernekler, vakıflar vb.) üzerinden kişileri ve toplumu doğru bilgilendirme, yalan/ yanlış bilgi ve haberlerin zararlı etkisinden koruma mücadelesini sürdürmelidir. İnternet ve sosyal medyayı kullanarak yalan/yanlış bilgilendirme ve haber yapan kişileri uyarma, bilimsel/etik ilkelerine uymaya davet etmelidir. Yapılacak çalışmaların reaktif değil, proaktif olması daha etkilidir. Yanlış yönlendirme, resmi basın kuruluşu tarafından yapılmışsa ilgililere basın konseyi ve basın meslek ilkeleri (ilan ve reklam niteliğindeki yayınların bu nitelikleri, tereddüde yer bırakmayacak şekilde belirtilir) kendilerine hatırlatılmalı, meslek ilkelerinin ihlal edilmemesi istenmelidir. Haber gibi tasarlanmış reklam içerikleri (ilaç üreticileri, gıda takviyesi üreticileri, gıda ve içecek üreticileri gibi) konusunda tüketicilerin açık bir biçimde asimetrik enformasyon tuzağına çekilmesini engellemek için bireysel çalışmalar yanında (Twitter ve Facebook mesajları gibi) tüketici dernekleri ile de iş birliği yapılmalıdır. Hekim, kanıta dayalı tıbbın gereklerini hastalar ve toplum için uygun şekilde kullanabilmelidir. Ancak burada yalan/yanlış haber/bilgi kaynaklarına ve ilgili şahıslara yönelik keskin tartışmalar değil; iletişim stratejilerinden, pedagojik ve androgojik eğitim esaslarından yararlanarak bilgilendirme yapılmalıdır. Verilen mesajlar topluma etkili olacak şekilde uyarlanmalı, hitap edilen kitlenin sağlık ve bilim okur yazarlığı durumu dikkate alınmalıdır. Bilindiği gibi aşı-otizm ilişkisi konusunda kurgulanmış olduğu kanıtlanan bir yayın, sonradan ilgili dergiden geri çekilmiştir. Bu konuda bir milyonu aşan değişik kohortlarda, kızamık-kızamıkçık-kabakulak aşılamasının otizm riskini artırmadığı, hassas çocuklarda otizmi tetiklemediği ve aşılama sonrası otizm vakalarının kümelenmesi ile ilişkili olmadığının, yüksek kanıt gücüyle ortaya konmasına rağmen bir kısım sağlık mensubunun hatta hekimin bu kurgulanmış yayının etkisinden niçin kurtulamadığı üzerinde düşünmeli bu alanda iletişimin kolay olmadığı bilinmelidir. Hekimler öncelikle kendi hastalarına bu kapsamda kişisel bilgilendirme yapmalı, sosyal medyayı da bu amaçla düzenli şekilde kullanmalıdır. Hekimlerin zaman kaybı, faydalı bulmama, etkili olabilme konusundaki tereddütler gibi nedenlerle genelde sosyal medyaya uzak durmaları, sağlıkta bilgi kirliliğinin giderek arttığı günümüzde kanaatimce uygun değildir. Ülkemizde zaten çok kısa olan muayene sürecinde hastayla yeterli iletişim kurulamamaktadır. Bu eksiklik sosyal medya kullanılarak kısmen giderilebilir. Sosyal medyada yalan/yanlış bilgiye karşı olan hekimlerin aynı dili kullanması, bilgi alışverişinde bulunması, konunun kongrelerde gündeme getirilmesi ve eğitim müfredatlarında yer alması önemlidir. Hekimler, sosyal medya dışında değişik eğitim ortamlarını (okullar, radyo/tv, basın) kullanarak proaktif şekilde bilgilendirmeye zaman ayırmalıdır. Yalan/yanlış/reklam içerikli haberlerin nasıl anlaşılacağı konusunu örneklerle anlatmalıdır. Özellikle genç kuşağın eğitimi için okullarda dersler, konferanslar ve toplantılarla öğrenciler, ebeveynler ve öğretmenler bilgilendirilmelidir. Bu kapsamda toplumla temas eden diğer kesimlerle de (imamlar gibi) benzer ilişkiler geliştirilmelidir. Hekimler, bu ortamlarda anlattıklarını kendi sosyal medya hesaplarında özetleyerek vermelidir. Hekim yalan/yanlış haber/bilgi konusunda hastaların söylediklerine doğrudan karşı çıkmamalı, süreç içinde ikna yöntemini kullanmalıdır. Suçlama ve ötekileştirmenin insanları gerçeğe yabancılaştırdığı, savunma refleksine ittiği bilinmektedir. Bu nedenle aşı reddi ve diğer dezenformasyon konularında tamamen bilimsel sebepler sunmak yeterli olmamaktadır. İlgili mantığın ardındaki duygu ve hikayeleri anlamadan, irdelemeden değişimin yönlendirilmesi mümkün değildir. Bu kapsamda yalan/ yanlış bilginin etkisinde kalanlara empati ile yaklaşılmalıdır. Değişik kanallar kullanılarak sağlık okuryazarlığıyla birlikte bilim okuryazarlığının artırılmasına çalışılmalıdır (kişisel ve kurumsal düzeyde). Bu kapsamda yapılması gerekenleri beş basamakta özetleyebiliriz: 1. Sadece kendi görüşlerimizi ve yalan/yanlış haber kapsamındaki fikirlerin neden yanlış olduğunu açıklamaya değil, niçin bu fikirde olduğumuzu gerekçe ve kanıtlarıyla birlikte açıklamak için zaman ayırmalıyız. Bu kapsamda tutarlı ve güvenilir olunmalıdır. Bilindiği gibi ön yargı, ön yargıyla yok edilemez. Kanıta dayalı davranılmalı, ötekileştirmeden ve aşağılamadan, sürekli empati sağlanarak iletişimin değişik kanalları sürekli açık tutulmalıdır. 2. Bilgilerin güvenilir ve erişmesi kolay olduğundan emin olunmalıdır. Kanıta Özellikle bilimsel bir çalışmaya göre diye başlayan fakat çalışmanın ayrıntılarıyla (kim/ler yapmış, nerede yapılmış, nerede yayımlanmış vb.) ilgili bilgilere yer vermeyen içeriklere güvenmeden önce kapsamlı araştırma yapılması tavsiye edilmelidir. Kronik veya uzun süreli tedavi gerektiren hastalıklara sihirli çözümler öneren veya hızlı tedaviler sunan paylaşımlardan kuşku duyulmalıdır. dayalı bilgiler muhatabına, halkın anlayacağı yalın bir dille ve uygun şekilde anlatılmalıdır. 3. Bilgilendirmede genç kuşak öncelikli hedef alınmalıdır. Haliyle bu kuşağın ebveynleriyle öğretmenleri de hedef kitledir. 4. Kanıt, gerekli ancak yeterli değildir. Muhatabın davranışlarını değiştirmenin yolları aranmalıdır. 8 SD KIŞ

9 5. Yanlış bilgilendirme yapanlar doğrudan suçlanmamalı, onların durumu da analiz edilerek değerlendirilmelidir. Bunların kişileri bir şekilde etkilediği dikkate alınıp suçlama, aşağılama, dışlama dili yerine söyledikleri/yazdıkları ve yaptıkları hem kanıtlar açısından analiz edilmeli hem de olayın sosyal boyutu irdelenmelidir. Yukarıda özetlenenler dışında halk, bilgilerini doğrulama araçları konusunda bilgilendirilmelidir. Yalan/yanlış haberleri doğrulamak için bağlantı adresleri verilmeli, gereğinde bunların nasıl kullanılacağı özetlenmelidir. Bu kapsamda birkaç doğrulama sitesi adresi aşağıdadır: - First Draft Network: seafoodplus.info - Snopes: - Salud con Lupa: com/about-us/ - Google fact Check Tools: seafoodplus.info - Doğruluk Payı: - Teyit: Hastalara ve halka yönelik yapılan eğitimlerde, doğrulanmamış iddialara yer veren ve başkalarınca paylaşımı istenen paylaşımlara güvenilmemesi gerektiği anlatılmalıdır. Özellikle bilimsel bir çalışmaya göre diye başlayan fakat çalışmanın ayrıntılarıyla (kim/ler yapmış, nerede yapılmış, nerede yayımlanmış vb.) ilgili bilgilere yer vermeyen içeriklere güvenmeden önce kapsamlı araştırma yapılması tavsiye edilmelidir. Ayrıca kronik veya uzun süreli tedavi gerektiren hastalıklara sihirli çözümler öneren veya hızlı tedaviler sunan paylaşımlara dair, kullanıcıların kuşku duyması gerektiği konusunda da farkındalık oluşturulmalıdır. Bir haber veya bilginin güvenilir olabilmesi için öncelikle birden fazla kaynağının olması ve bu kaynakların birbirlerini doğrulaması koşulu vardır. Sağlıkla ilgili haberlerde akademik dergiler, bakanlıklar veya sivil toplum örgütlerinin oluşturduğu raporlardan yararlanılmamış, herhangi bir uzman görüşüne yer verilmemiş ve içeriğin yazarı belirtilmemişse içerik yanlış, eksik, yanıltıcı veya kusurlu bilgi içeriyor olabilir. Uçuk/ abartılı tedaviler ve süper yiyeceklerden bahseden içerikler de yanlış, yanıltıcı ya da eksik bilgi sunuyor olabilir. İnternet kullanıcısının bu tür bilgilere karşısında her zaman şüpheci olması ve sağlığını tehdit edebilecek yöntemler denemeden doktorlar ve uzmanlarla iletişime geçerek en doğru tedaviye yönelmesi önerilmelidir. Sonuç Hangi alanda olursa olsun sağlık alanında da yalan/yanlış bilgi ve haberlerin yaygın olduğu konusunda farkındalık oluşturulmalıdır. Halkın sağlık ve bilim okur yazarlığı artırılmalı, eleştirel düşünme konusunda bilinçlenme sağlanmalıdır. Haberleri/bilgileri, kritik/ analitik düşünme süzgecinden geçirmede, doğruluğunu araştırmadan hemen inanılmaması gerektiği örneklerle anlatılmalıdır. Sağlık haberciliği yapanların sağlık eğitimi yeterlilikleri belirlenmeli ve bu yeterliliklere uygun eğitim almaları sağlanmalıdır. Sağlık alanına yeterli sayıda özel uzman haberci yetiştirilmesi sağlanmalıdır. Yanlış haberin/bilginin kişi ve toplum sağlığına olumsuz etkileri örneklerle anlatılmalıdır. Sadece hekimlerin ve sağlık profesyonellerinin değil, toplumda herkesin bu çerçevede ortak sorumlulukları vardır. Medya, yayıncılar, bilim insanları, bilim kuruluşları, hekimler ve sağlık profesyonelleri sorunu en aza indirmek için neler yapabileceği konusunda ortak akılla çözümler üretmelidir. Yanlış bilginin, özellikle de kitleleri etkileme amacıyla sistematik olarak yayılan yanlış bilgilerin önüne geçmek için doğru bilginin de aynı mecralardan kullanıcılara ulaşması sağlanmalıdır. Kamu yararına düzenleyici otoriteler, sosyal medya platformları aracılığıyla yayılan yalan/yanlış bilgileri izlemeli ve bunları hazırlayanlar deşifre edilmelidir. Sosyal medya kuruluşları üzerine baskı yaparak yalan/yanlış bilgilerin filtrelenmesi için kamuoyu oluşturulmalıdır. Tıp etiği kuralları gereği hekimler ve diğer sağlık alanı mensuplarının (diş hekimi, eczacı, hemşire vb.) hastalara, akranlara ve topluluklara doğru bilgi aktarma sorumlulukları vardır. Son olarak tüm sağlık profesyonelleri hastalara ve diğer vatandaşlara güvenilir, kanıta dayalı sağlık bilgileri edinmelerinde yardımcı olmalıdır. Elbette bu konu sadece hekim ve diğer sağlık profesyonellerinin başarabileceği bir konu değildir. Çok sektörlü, çok düzeyli bir stratejiye ihtiyacımız vardır. Kaynaklar Al Khaja KAJ, Al Khaja AK, Sequeira RP. Drug Information, Misinformation, and Disinformation on Social Media: A Content Analysis Study. J. Public Health Policy ;39(3): Allan GM. The Autism-Vaccine Story: Fiction and Deception? Can Fam Physician. ; 56(10) Belluz J. Doctors Have Decades of Experience Fighting Fake News. Here s How They Win, Vox, , (Erişim Tarihi: ). Eggertson L. Lancet Retracts Year-Old Article Linking Autism to MMR Vaccines. CMAJ. ; (4): EE Fredrickson DD, Davis TC, Arnould CL, et al. Childhood Immunization Refusal: Provider and Parent Perceptions. Fam Med. ;36(6): //8/2/misinformation-and-disinformation-anincreasingly-apparent-threat-to-global-healthsecurity-part-ii (Erişim Tarihi: ). Hviid A, Hansen JV, Frisch M, Melbye M. Measles, Mumps, Rubella Vaccination and Autism: A Nationwide Cohort Study. Ann Intern Med ;(8): Igoe KJ. Establishing the Truth: Vaccines, Social Media, and the Spread of Misinformation, (Erişim Tarihi: ). Madsen KM, Hviid A, Vestergaard M, et al. A Population-Based Study of Measles, Mumps, and Rubella Vaccination and Autism. N. Engl. J. Med. ;(19): Robeznieks A. Stopping the Scourge of Social Media Misinformation on Vaccines, American Medical Association,; (Erişim Tarihi: ). Saludconlupa. What Is Salud Con Lupa? seafoodplus.info (Erişim Tarihi: ). Sutton J. Health Communication Trolls and Bots Versus Public Health Agencies Trusted Voices, Am J Public Health. ; (10): Teyit. Sağlık Alanındaki Yanlış Bilgilerle Mücadelede İpuçları (Erişim Tarihi: ) Trotochaud M. Misinformation and Disinformation: An Increasingly Apparent Threat to Global Health Security-Part II. Ünal R, Taylan A. Sağlık İletişiminde Yalan Haber-Yanlış Enformasyon Sorunu ve Doğrulama Platformları, Atatürk İletişim Dergisi (Journal of Atatürk Communication), ; Vogel L. Viral Misinformation Threatens Public Health, CMAJ. ; (50): E Wakefield AJ. MMR Vaccination and Autism. Lancet ; []: Wardle C. Fake news. It s Complicated. First Draft, (Erişim Tarihi: ) KIŞ SD 9

10 DOSYA: SAĞLIKTA DEZENFORMASYON Dezenformasyonun arkeolojisi: şeytanın fısıltısı Prof. Dr. Hayrettin Kara yılında Antalya da doğdu te İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi nden mezun oldu. Psikiyatri uzmanlık eğitimini Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi nde tamamladı. Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi nde öğretim üyesi ve Ana Bilim Dalı Başkanı olarak görev yaptı. Uzun yıllar Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi nde Klinik Şefi olarak görev yapan Kara, halen İstanbul Medipol Üniversitesi nde Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesidir. Çağımız, kavramları etik ve ruhsal kökenlerinden koparma konusunda oldukça mahir. Yalan-dezenformasyon ilişkisinde de görebileceğimiz gibi Bir yalan türü olmasına karşın dezenformasyon, etik kökenlerinden öyle uzaklaştırılmıştır ki, yalan olmayan bir yalana dönüşmüştür. Böyle bakıldığında dezenformasyon kavramının kendisi bile bir dezenformasyondur. Dezenformasyon kelimesinin karşılığı kasıtlı olarak yanlış bilgi vermek, gerçeği gizlemek tir. Bu, hepimizin üzerinde uzlaşabileceği gibi açıkça yalanın da tarifidir. Buna karşın günlük kullanımda kelimenin anlamında mündemiç yanlış artık yalanın işaret ettiği yanlıştan epey farklılaşmıştır. Zira söylediğim gibi kavram etik ve ruhsal gönderimlerinden olabildiğince arındırılmıştır. Böylece dezenformasyon etik açıdan yapılmaması gereken bir eylem yerine, güç mücadelelerinde sürecin bir gerekliliğine dönüştürülmüştür. Daha da ötesi dezenformasyon ve propaganda faaliyetlerinde çok ustalaşan büyük devletler için dezenformasyon artık bir bilim dalıdır. İnsanlığı büyük bir organizma gibi görüp uzun erimli bakabilirsek biliriz ki bu bir felakettir; kanserin canlı bir organizmadaki dezenformasyonun bir sonucu olması gibi. Ama benim bu yazıda konu edindiğim ne devletler, ne siyasi-ekonomik oluşumlar ne de biyolojik organizmalar. Benim anlamaya çalıştığım birey, bireyin kendisiyle ne yaptığı ya da bireyin kendisiyle ilişkisindeki dezenformasyon. Devletler ya da sistemler düzeyinde etik, köklerinden arındırılmış olabilir ama birey düzeyinde dezenformasyon her zaman bir yalandır. Peki, yalanın ve onun kılık değiştirmiş özel bir biçimi olan dezenformasyonun insanlığın tarihinde ya da bireyin ruhunda izlerini nereye kadar sürebiliriz? İnsanoğlunun tarihinde yalanın ilk ortaya çıkışına kutsal kitaplardaki yaratılış anlatılarında rastlarız. Hepimiz biliriz, anlatıya göre şeytan Adem ve Havva ya yalan söylemiş; başka bir deyişle şeytan bilgiyi çarpıtarak dezenformasyona başvurmuştur. Şeytan Adem ve Havva ya yasaklanmış ağacın bilgi ve ebedîlik ağacı olduğunu, Tanrının onların ebedî olmasını istemediği için bu ağacı yasakladığını fısıldamıştır. Kierkegaard ı anarak bir bireyin tarihinin, tüm insan türünün tarihini; insan türünün tarihinin de bir bireyin tarihini temsil ettiğini söyleyebiliriz. O zaman yaratılış anlatısına çok zaman önce olup bitmiş ve sonuçları bize aktarılmış bir olguymuş gibi bakmaz, Adem ve Havva nın başına gelenin kendi birey oluşumuzda ruhsal olarak bizim de başımıza geldiğini düşünebiliriz. Kendi kişisel tarihinizde hiç böyle bir şey yaşamadığınızı; ne cennette bulunduğunuzu ne şeytanın fısıltısını işittiğinizi ne de yasak meyveyi yediğinizi söyleyeceksiniz. Doğrudur, bu biçimiyle tüm bunlar başınıza gelmemiştir. Yine de iç dünyanıza eğilip bakabildiğiniz kadar dikkatli bakmaya çalışın. Örneğin cinselliğin arzu-yasak-utanç arasında gidip gelen garip doğasını ilk fark edişinizi hatırlamaya çalışın ya da eylemlerinizden öte düşüncelerinizden bile sorumlu olduğunuzu. Özgür olduğunuzu ilk fark edişinizi hatırlamaya çalışın. O zaman bu hikayenin sizin hikayeniz, sizin bireyoluş hikayeniz olduğunu sezinleyebilir, düşünebilirsiniz. Düşünmeye de bilirsiniz, sorun değil. Robotların insana evrilebileceğinin umulduğu bir çağda insanın da robota dönüşme ihtimali neden sorun olsun? Biz yine kendi bireyoluşumuzda bir karşılığı olduğunu varsayarak yaratılış anlatısına dönelim. Yüzeysel bakarsak anlatıda kendimiz için rahatlatıcı unsurlar bulabiliriz. Öyle ya yalan söyleyen şeytan olduğuna göre Adem ve Havva masum olmalıdır. Ama bu yüzeysel bakış da insanın kendine yönelik bir dezenformasyonudur. Gerçekte şeytan insanı değil, insan kendini kandırmıştır. Suçu şeytana hele hele yılana yüklemek insanın kendine söylediği bir yalandır. İnsanın kendi kendini kandırdığı gerçeği şeytanın bir yalan fısıldamadığı anlamına gelmez tabi. Olsa olsa şeytanın fısıltısının insanın doğasını açığa çıkardığı, dolayısıyla insanın kendini görmesini sağladığı anlamına gelir. Kutsal kitaplar da insanın en nihayetinde bu gerçeği insana başka bir gücün değil kendinin kıydığı, zulmettiği gerçeğini göreceğini ve insanın kendi kendisine tanık olacağını söyler. İnsan bilgelere kulak verip en büyük ödevinin kendini tanımak olduğunu düşünüyorsa bunun yolu kendine nasıl yalan söylediğini anlamaya çalışmasından geçer. Bunun için de insan yakına, daha yakına, en yakına bakmalıdır. Somut anlamda bakılacak yer ilişkisel alandır. Öyleyse insan; ilişkile- 10 SD KIŞ

11 rine, yakın ilişkilerine ve nihayetinde en yakın ilişkisi olan kendisiyle ilişkisine bakmalıdır. Yakın ilişkilerin farklı formları vardır. Biz şimdi yakın ilişkilerde dezenformasyon konusunu incelemek üzere birkaç örnek seçelim. İlk örneğimiz Kafka nın Milena ile ilişkisi olsun. Kısa süreli birkaç karşılaşma dışında sadece mektuplaşmış olsalar da yakın bir ilişkidir onlarınki. Kendi ifadesiyle Milena, Kafka için ruhunu deştiği bir bıçak gibidir, o denli yakın. Dezenformasyonsuz yakın ilişki yoktur. Elbette yakın ilişkileri çok farklı açılardan inceleyebiliriz ama onlara ilginç dezenformasyon hikayeleri olarak da bakabiliriz. Kafka nın kendisi de söyler zaten bunu. Bir mektubunda şöyle der mesela Mektup yazmak hayaletlerle ilişki kurmaktır, sadece yazılanın hayaleti değil yazanın da hayaleti. Bu hayaletler tüm mektupların içine sızar, değiştirir onları. Bazen bir istisna yapıp bir mektubun hiç dokunulmadan geçmesine izin verirler. Ama bu bir tuzaktır, hatta en tehlikeli tuzaklardır bunlar Sevgi nesnesine kıyamadığı için dezenformasyonun suçunu hayaletlere yükler Kafka. Ama biliriz ki buradaki örtük sitem Milena yadır. Kelimelerini alıp olduğundan başka bir şeye dönüştüren Milena nın zihnidir. Ama ben derim ki, asıl önemli olan Kafka nın kendisiyle ilişkisi içindeki dezenformasyondur. Zaten o da yazanın hayaletlerinin de işe karıştığını söyleyerek bir parça söyler bunu. Yine de çok ilerleyebilmiş gibi görünmez bu konuda. Kişinin kendisiyle ilişkisindeki çarpıtmaları inceleyebileceğimiz başka bir örneğe geçelim şimdi. Bu kez örneğimiz psikotik fenomenler olsun. Psikotik fenomenler ilk elde insanın diğerleriyle ilişkisindeki dezenformasyon gibi görünür. Ama daha yakından bakabilirsek, bu fenomenler kişinin kendisiyle ilişkisindeki dezenformasyonların ilginç görünümlerini açığa çıkarır. Mesela psikotik fenomenlerdeki işitsel halüsinasyonlar. Kişi dışardan gelen bir ses duyar, sıklıkla kendisini aşağılayan ya da tehdit eden seslerdir bunlar. İşin gerçeği dışardan duyulan bu sesler kişinin kendi sesi, kendi düşünceleridir. Nasıl Kafka, Milena ile ilişkisindeki dezenformasyonu hayaletlere yüklüyorsa, psikotik kişi de kendi sesini başka bir özneye ya da hayalete yükler. Diğer taraftan psikozu bir masumiyet durumu olarak düşünürüz, zira sorumlu tuttuğumuz akıl orada değildir. Bu açıdan psikoz benlik için bir sığınak olur. Hepimizin aklı başında olduğuna göre kendi kendimizi kandırmanın sorumlusu kendimiziz ve kaçabileceğimiz bir yer de yok. Şimdi de bir başka örnek seçelim ve sorumluluğu bir başkasına yükleyemeyeceğimizin çok açık olduğu bir dezenformasyon türüne bakalım. Yunus u dinleyelim mesela Bir şiirinde şöyle der; Hergiz ölümün sanmaz, ölesi günin anmaz / Bu dünyadan usanmaz, gaflet önin almışdur. Bu dizeler miskin ademoğlunun kendisiyle ilişkisindeki dezenformasyonun kısa özlü hikayesidir. Çarpıtılmamış bilgi şudur: Ölüm başka bir ihtimalin olanaksızlığıdır. Ama biz miskin ademoğulları bu bilgiyi çarpıtmadan, dezenforme etmeden yaşayamayız. Bu açıdan ölüm farkındalığını insanın kendisiyle ilişkisindeki dezenformasyonun düzeyini belirleyen bir ölçek gibi kullanabiliriz. Yarattığımız modern kültür de kendi ruhsallığımızdaki bu derin dezenformasyonu pekiştirme işlevi görür. Bu açıdan modern kültürün temel dinamiği, insanın ölümlü olduğunu yadsıma üzerine kuruludur. Ölümle ilgili gerçekliği dezenforme etme konusunda günümüzde birey ve kültürün nasıl bir iş birliği içinde çalıştığı üzerine çok şey söylenebilir. Sözü uzatmak yerine ilgilenenlere bu konuda iki kitap önerebilirim: Zygmunt Bauman ın Ölümlülük, Ölümsüzlük ve Diğer Hayat Stratejileri ve Ernest Becker in Ölümü İnkâr kitabı. Bu yazıda ilişkilerdeki dezenformasyonu etik boyut üzerinden değerlendirmeye çalıştım. Bununla beraber ilişkiselliğin burada değinmediğim etik dışında öte bir boyutu daha var. Dezenformasyonun o boyutta nasıl yer aldığını, nasıl işlediğini ele almanın başka bir yazının konusu olduğunu düşündüm. Yine de burada kısaca bir göndermede bulunmak istiyorum. Kast ettiğim boyutu Kierkegaard Korku ve Titreme adlı kitabında çok etkili biçimde anlatır. Kierkegaard insan varoluşunu üç katmanlı düşünür; estetik, etik ve iman katmanları. Ona göre insanın temel yapısı kendi olmaya yönelik olarak düzenlenmiştir. Bu ancak etik boyuttan iman boyutuna nitel bir sıçrama ile geçerek gerçekleştirilebilir. Buradaki nitel sıçramayı kişinin kendisiyle ilişkisindeki tüm dezenformasyonları yok etmesi ve kendi doğasına karşı tümüyle şeffaflaşması olarak da okuyabilirsiniz. Onun deyişiyle iman Benliğin kendine yönelerek, kendi olmak isteyerek kendi saydamlığı içinde onu yaratan gücün içine dalması dır. Bu yazının imkân verdiği ölçüde insanın kendisiyle ilişkisindeki dezenformasyona birkaç örnek üzerinden kısaca bakmaya çalıştım. Söylemeye uğraştığım şu; dışarda olup bitenler önemli olsa da asıl önemli olan içimizde olup bitenler. Ve orada, içimizde sorumluluğu yükleyebileceğimiz kendimizden başka kimse yok. Ve eninde sonunda kendimizle ilişkideki tüm dezenformasyonların tanığı olacağız. İnsanoğlunun tarihinde yalanın ilk ortaya çıkışına kutsal kitaplardaki yaratılış anlatılarında rastlarız. Hepimiz biliriz, anlatıya göre şeytan Adem ve Havva ya yalan söylemiş; başka bir deyişle şeytan bilgiyi çarpıtarak dezenformasyona başvurmuştur. Şeytan Adem ve Havva ya yasaklanmış ağacın bilgi ve ebedîlik ağacı olduğunu, Tanrının onların ebedî olmasını istemediği için bu ağacı yasakladığını fısıldamıştır. Kierkegaard ı anarak bir bireyin tarihinin, tüm insan türünün tarihini; insan türünün tarihinin de bir bireyin tarihini temsil ettiğini söyleyebiliriz. O zaman Adem ve Havva nın başına gelenin kendi birey oluşumuzda ruhsal olarak bizim de başımıza geldiğini düşünebiliriz KIŞ SD 11

12 DOSYA: SAĞLIKTA DEZENFORMASYON Sağlıkta olgu, algı ve duygu farkı Prof. Dr. Nevzat Tarhan yılında Amasya, Merzifon da doğdu yılında Kuleli Askeri Lisesini, yılında İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesini bitirdi yılında GATA da psikiyatri uzmanı oldu yılında GATA Haydarpaşa da yardımcı doçent, yılında doçent oldu yılında albaylığa, yılında profesörlüğe yükseldi yılları arasında Yüzüncü Yıl Üniversitesinde öğretim üyeliği ve Adli Tıp Kurumunda bilirkişilik yaptı. Halen Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörlüğü ve Türkiye nin ilk nöropsikiyatri hastanesi olan NPİSTANBUL Beyin Hastanesi Yönetim Kurulu Başkanlığı görevlerini yürütmektedir. Bütün, parçaların toplamından farklıdır. Gestalt Kurabiye hırsızı hikayesini çoğumuz biliriz. Havaalanında uçak bekleyen iki yolcunun aralarındaki masada bir paket kurabiye var. İkisi de birer birer alıp yiyorlar. Kadın olan yolcu sinirleniyor Görgüsüz adam izin almadan kurabiyelerimi alıyor diye düşünüp duruyor fakat tepkisini belli etmiyor. Son kurabiyeyi erkek alıp yarısını kadına veriyor. Sonra kadının uçağı anons ediliyor. Uçakta yerine geçiyor çantasını bir açıyor ki onun aynı marka kurabiyesi çantasında duruyor. Meğer kurabiyeyi çalan, adam değil kendisiymiş. Bu tarz örnekleri herkes zaman zaman yaşar ama örnek alan azdır, neden? Çünkü her insanın ruh hali, geçmiş yaşantıları, beklentileri, ihtiyaçları farklıdır. Kültür, eğitim, yaşanan ortam ve karşı tarafın beden dili algılarımızı oluşturur ve bu algılardan farklı gerçekler çıkarılabilir. Algı Ne Zamana Kadar Gerçektir? Aşk ile ilgili bir söz vardır Aşkın gözü kördür kaynanalar olamasaydı diye Aslında bu söz, algıları bozuk gençlere acı gerçekleri söylemenin haklı bir yoludur. Algıları üç şey değiştirir. Birincisi, davranışının doğal sonucunu yaşamak; ikincisi, algıyı değiştiren şok yaşantının varlığı; üçüncüsü, küçük olayları fırsat eğitimi olarak kullanmak yani travmayı, geliştiren travma ya dönüştürebilmek. Sosyal Körlük Bilgi-yorum-duygu-algı gerçekliği, bir zincirin halkalarıdır. Gerçeğimiz ve olgumuz; zihin dünyamızın, bir bilgiyi biçimlendirirken hangi sıfatları kullandığı, hangi kavramlarla anlamlandırdığı, hangi sembollerle düşündüğü, hangi niyetle hareket ettiğine göre şekillenir ve oluşur. İnsan ilişkilerinde sosyal körlük oluştuğunda empati yapılamaz, ilişkilerde sosyal ve duygusal ip uçları okunamaz. Bunun sonucu uygunsuz tepkiler ve cinayete giden şiddet olayları ortaya çıkabilir. Bu duruma en güzel örnek, otistik bir bireylerin davranışlarıdır. Robotik konuşma, rutine bağlanma, sosyal temasla göz teması zayıflığı ve tekrarlayan hareketlerin arka planında, sosyal körlük ve sosyal ifadeleri algılayamama yatmaktadır. Otistiklerin sosyal beyinleri gelişmediği için yeterli oranda tanıma, anlama ve anlamlandırma yapamazlar. Sağlıklı insanların hayatında otistik gibi davrandıkları anlar olabilmektedir. Yaralı ve acılı olduğu zaman, çok sevdiği bir insan zarar gördüğü zaman veya yaşamını tehdit eden bir durum ortaya çıktığı zaman muhatabı olan kişi, korkusunu artırıcı bir tutum sergilerse dürtüsel olarak (impulsif) orantısız ve uygunsuz tepki verebilir. Özellikle frontal lobu gelişmemiş çocuk ve ergenlerde veya antisosyal kişiliklerde bu sık olarak rastlanır. 12 SD KIŞ

13 Algı Piramitleri Usul esasa mukaddemdir (Mecelle) EN ÖNCELİKLİ DAHA AZ ÖNCELİKLİ 5N 1K EN ÖNEMLİ DAHA AZ ÖNEMLİ paydaşlar olarak görmelerini sağlayacak eğitim setleri oluşturmak gerekir. Klinisyenlerin veya hastaların mutlu olmadığı bir sistemde gerçeğin intikamı kuralı işler. İyi niyetle başlayan hizmet hayal kırıklıkları oluşturabilir. Klinik İletişim Algıda Seçicilik AZ ÖNCELİKLİ SIRADAN DURUMLAR Dikkat piramidi: Önceliklerimize daha çok dikkat ederiz. Bir anneyi düşününüz. Çok yorgun düşer, top atsanız uyanmaz ama çocuğunun küçük bir ağlaması ile uyanır. Beş duyu ile gelen uyaranlara beynimiz kendini programlayarak algıda seçicilik yapabilmektedir. Hz. Mevlana nın Körlerin Fil Tarifi hikayesi vardır. Körleri filin yanına getirip inceleyip tarif etmeleri istediğinde, hepsi tuttuğu ve incelediği uzvu fil olarak tanımlamıştır. İnsan beyninin çalışma biçimi deneyimleyerek öğrenme dir. Ne kadar çok tecrübe ederse o kadar kalıcı öğrenmenin olduğu, beyin bilimlerinden sonra daha iyi anlaşıldı. Tecrübesi olan veya başkalarının tecrübelerinden faydalanmayı alışkanlık haline getiren kişi, daha az hata yapar. Ancak seçici algılamayla algılarımızı gerçek zannedebiliriz. Beyin, yorumlayamadığı bilgiyi ön yargılarla tamamlar. Ruh halimize, geçmiş yaşantımıza, kişilik tutumlarımıza, beklentilerimize, önem ve önceliklerimize göre zihnimizde bir piramit oluşturarak basit veya şiddetli tepki verebiliriz. AZ ÖNEMLİ SIRADAN DURUMLAR Zaman piramidi: Önem verdiğimiz şeylere daha çok zaman ayırmak isteriz. 5N 1K: Ne, nasıl, nerede, ne zaman ve kim soruları sorularak oluşturulur. tılmadığı şeklinde yaygın bir kanaat vardır. Sağlık sisteminden hizmet alanların beklenti seviyesi çok yükseldi. Bu sistemin sürdürülebilir olması için tarafların ikna olması gerekmektedir. Taraflarda davranış değişikliği oluşması için duyguların etkilenmesi gerekir. Şunlar önerilir: 1) Toplumda farkındalığı artırmak için sağlık temalı kamu spotlarının yapılması, hastaların klinisyenleri rakip gibi değil yardım etmek için bekleyen paydaşlar olarak görmesi gerekir. 2) Klinisyenlerin de hastaları külfet olarak değil yardım için başvurmuş, sadece beden olarak değil ruhen de yaralı Sağlıkçının, kendisinden yardım talep eden kişinin otistik gibi davranması, sosyal körlük göstermesi, zaman zaman kriminal bir tip olabilmesi halinde bile bireyselleşmiş davranmayı başarması gerekmektedir. Her iletişim bir bağ kurmaktır. Bir ilişki gelişmeden önce bağ kurabilmek önemlidir. Açık uçlu sorular sorularak hastanın konuşmasını teşvik etmek faydalıdır. İlk karşılaşmada kişisel değil genel sorular sormak hastanın gevşemesini sağlar. Hastayı yargılamayan, onun iyiliğin için çabalayan bir tutum sergilemek önemlidir. Empati Eksikliği Hasta-klinisyen ilişkilerindeki empati eksikliği ön yargıları doğurur ve algıları bozar. Duygularla varsayımlar oluşur ve sahte gerçeklerle olgular ortaya çıkar. Kötü niyetli tiplerde bu durumu manipüle ederek dezenformasyona neden olur. En büyük düşmanımız önyargı; en büyük ihtiyacımız diyalog diyen Cemil Meriç in görüşü burada da geçerlidir. Kavramların İçini Doldurmak Son yıllarda sağlıkta dönüşüm uygulamalarıyla Türkiye ciddi bir çıkış yaptı. Toplum sağlık hizmetinin yaygınlığı, ulaşılabilirliği, memnuniyetin artışı dikkat çeken bir oranda yükseldi. Kalite yönetiminde memnuniyet ölçeklerinin sadece dış müşteriye değil, iç müşteriye de yani hizmet verenlere de uygulanması gerekmektedir. Bu konuda bir istatistiğe rastlamadık. Özellikle kalite standartları gereği hekim odaklı sağlık sistemi hasta odaklı sağlık sistemine dönüştü. Bunun hekimlere tam anla KIŞ SD 13

14 Önce Güven Oluştur Sonra Tedavi Et Terapötik ilişkinin temel bileşeni güvendir. Birçok hasta hayal kırıklıkları ve stabil olmayan hatta kendilerini istismar eden ilişkiler yaşamıştır. Güven, zaman içinde gelişir ve sürecin bir parçası olarak kalır. Güven olmazsa terapötik ilişki mümkün değildir. Acil servislerde ilk karşılaşma anında sıcak, kabullenici hekimlik şefkatinin gösterildiği bir beden dili, kolayca güven oluşturabilmektedir. Ümit Duygusunu Kaybetmemek Hekim, hastayı gördüğünde en kötü senaryoya göre davranır. Ancak bu davranış sonucunda, hastanın hatalı-yanlış algılamamasına özen göstermek gerekir. Hekimi panik içinde gören hasta, kontrolü kaybedebilir. En kötüye hazır ol, en iyiyi bekle kuralı burada da geçerlidir. Sağlıkçı iyileşme beklentisi ve ümit duygusunun, nörofizyolojik bir destek olduğu ve beyindeki gizli eczaneyi harekete geçirdiğini unutmamalıdır. İnsana Saygı ve Dokulara Saygılı Hekimlik Tedavi, hasta kapıdan girerken başlar. Birçok hasta, istismar edilmiş ve zarar görmüştür. Yahut yaralı, canı yanıyor ve incinmiştir. Yaralı biz uzva dokunursanız orantısız tepki ile karşılaşırsınız. Hastalarımızın çoğu yaralı uzuv gibidir. Dokulara saygılı hekimlik güven uyandırır. Benlik saygıları düşüktür. Terapötik ilişki sırasında hastalara saygılı bir şekilde davranılırsa hastalar itibarlarını tekrar kazanabilirler. Evrensellik Hissi Verebilmek Bir hastanın yalnız olmadığını hissetmesinin, aynı duyguların ve acıların yaygınlığını hissetmesinin ve ortak paydaları fark etmesinin iyileşmeyi hızlandıran ve gevşeme hissi doğuran etkisi vardır. Kutsal Alanlara Dikkat Her insanın inanç ve değer sistemi vardır ve özeldir. Şu kural unutulmamalıdır: Özele saygı, özerkliğe saygı ve kutsala saygı. İlk karşılaşmada etnik ve dini kimliği öne çıkarmak, üstten bakış göstermek ve elitist tavırlar güven azaltıcı etki yapar. Gerçeği Uygun Bir Şekilde Söylemek Gerçeği söylemek güvenli ilişkilidir. Çünkü bu sayede hastaya ben dürüs- tüm ve gerçek bir insanım mesajı verilir. Bu şekilde yaklaşmak hastanın gerçek hislerini anlamaya izin verir ve hasta bu sayede bir şeyler öğrenerek gelişebilir. Gerçeği doğru yöntemlerle söylemek hekimin mesleki becerisiyle ilgilidir. Açık-Şeffaf Olabilmek Hastaya zaman ayırmak hekimin en zorlandığı durumdur. Şeffaf klinisyen ne bir eksik ne bir fazla, gerektiği kadar zaman ayırmayı dengeleyebilir. Klinisyen, hastanın ihtiyacı olan bilgi ve beceri setine sahiptir. Klinsiyenin risk değerlendirmesi ve analiz becerileri vardır. Hastanın bu bilgi setine erişimini engellemek adil değildir. Klinisyenin Nonverbal İletişimi, Sorunu Minimize Eder Sağlık hizmeti verenin ses tonu, fiziksel görünümü, mimik ve jestleri, göz teması, fiziksel teması ve sosyabilitesi subliminal yani eşik altı algılama yoluyla hastada korku ve güvensizlik duygusu uyandırırsa uygunsuz tepkiler gelişebilir. Tedavide Liderlik Klinisyen hasta ilişkisinde liderlik klinisyende olmalıdır. Psikolojik üstünlük klinisyendedir çünkü o hastanın ihtiyacı olana sahiptir. Bazı hastalar direnebilirler; böyle durumlarda Hayat senin, karar senin diyerek danışmanlık sınırlarımız çizebilmemiz gerekir. 3T Kuralı Teşhis, Tedavi, Takip. Bu kuralın hasta- 14 SD KIŞ

15 ya açıkça belirtilmesi tedavi ittifakını oluşturur. Kronik hastalıklarda çok önemlidir. İknanın Önemi İlaç karşıtı ön yargılar da çok önemlidir. Klinisyen, böyle durumlarda ne cevap vereceğine çalışmış olmalıdır. Ebeveynlerin çocuklarına aşı yaptırmaları için yeni ön yargılar yaratılabilecek durumlara dikkat etmek gerekir. Eğer ebeveynler, doktorlara duydukları güvenin sarsıldığını hissederlerse bu, ebeveynlerin ileride yaptıracakları aşılardan kaçınmalarına neden olabilir. Bu, iknanın büyük bir hassasiyetle kullanılması gerektiğini gösterir. Eğer kanıt sağlanmamışsa ve şeffaflık korunmamışsa etik ikna, kolaylıkla ataerkil manipülasyon çizgisini aşabilir. İkna, Kanıt Temelli Olmalıdır İkna, modern tıbbi uygulamanın önemli bir unsurudur ve ikna işin içinde olmadığında, hastaların özerkliğine saygı duyulması imkânsız olabilir. İknayı kullanan doktorlar 6 kriteri yerine getirdiklerinden emin olmalıdır: 1) Ön yargıları kaldırmak ve hastanın özerk isteklerine ulaşmak. 2) Muhtemel zararlar ve yararlar hakkında dürüst, tarafsız kanıt temelli bilgi sağlamak. 3) En iyi karar ile ilgili hekimin inanç seti ve görüşleri hakkında bilgiler dahil olmak üzere bu bilgilerin makul bir yorumunu sağlamak. 4) Hastaların mevcut duygusal reaksiyonlarını dengelemek için hastaların duygularına hitap ederken duygu yerine neden kullanmak. 5) Yeni ön yargılar yaratmaktan kaçınmak. 6) Hastanın değişen tercihlerine karşı hassas olmak. Çünkü iknanın hastanın görüşünü ve bakış açısını değiştirmesi muhtemeldir. Hastaların Önyargılarına Dikkat Ön yargının kaldırılması, muhtemelen iknanın en önemli formudur. Ön yargı, hastanın karar vermesini olumsuz yönde etkileyen bilişsel mekanizma veya yanlış inanıştır. Bilişsel ön yargının bir örneği ihmal ön yargısıdır. Burada hasta, daha fazla zarar veren bir eylemi yapmaktan vazgeçmeyebilir. Hastalar, uzun vadeli sonuçları korkunç olsa bile -korku yüzünden ameliyat olmayı redde- den hastalarda olduğu gibi- kısa vadeli arzularını uzun vadeli arzularına yeğlediklerinde bir başka ön yargı oluşur. Hasta Tiplerini Doğru Analiz Edebilmek 1. Yakınmacı Tipler: Sürekli şikâyet ederler, şikâyetle beslenirler. Bu kişilikler, aynı şeyi defalarca anlatabilirler. Onları eleştirmek yerine dinleyip yönlendirmek gerekmektedir. 2. Sıkıcı Tipler: Gergin, olumsuz duygu durumunda, hiç evet demeyen ve beklentisi yüksek tiplerdir. Göremediği olumlu yönlerini kabul etmese dahi açıkça söyleyip konuyu değiştirmek faydalı olur. 3. Narsist Tipler: Kapıdan girerken klinisyeni veya kliniği eleştirerek söze girer. Başkalarını değersizleştirerek tatmin olmaya çalışan tiptir. Klinisyende öfke uyandırır. Soğukkanlı bir şekilde dinleyip konuyu değiştirerek kontrolü almak gerekir. Yoksa sizi patlatır, haklıyken haksız duruma düşersiniz. 4. Kriminal Tipler: Antisosyal kişiliklerdir. Suça becerikli, silah taşıyan, sosyal normları önemsemeyen, engellenme eşiği düşük tiplerdir. Onu anlama çabanızı görmesi onu rahatlatır. Karşımıza almak yerine yanımıza almak, birlikte çözüm bulmaya çalışmak gerekir. 5. Borderline Tipler: Sınır kişiliklerdir. Bir günde dört mevsim gibidirler. Beş dakika önce nefret ettiği şeyi beş dakika sonra övebilirler. Klinsiyeni etkilediğini hissettiği anda sizinle oynamaya başlar. Emosyon regülasyonu iyi olmayan bir hekimi bu tipler rahatlıkla etkilerler. Hastasıyla evlenen hekimleri etkileyen kişilikler diyebiliriz. 6. Histrionik Tipler: Her şeyi kolayca abartan, teatral-oyuncu tiplerdir. İlgiyle beslenirler. Klinisyenin ilgisini çekmek için ilginç uygulamalarına şahit olunur. 7. Paranoid Tipler: Kuşkucu, inatçı kolay kabul etmeyen, az konuşan ve delici bakışı olan tiplerdir. Klinisyeni test etmek ve sınırları zorlamaktan zevk alırlar. Sizi öfkelendirirlerse amaçlarına ulaşırlar. Açık, şeffaf ve dürüst yaklaşım sonrası teslim olurlar. Sağlıkta Dezenformasyonun Bir Sebebi Olarak Mesleki Düşünce Bozukluğu Sağlıkta dezenformasyonun bir sebebi olarak mesleki düşünce bozukluğunun sebepleri: 1. Kendisini çok önemli, çok zeki, çok üstün görmek. Bu üstünlük duygusunu zedeleyebilecek türden eleştiri yapan herkesi hasta olarak etiketlemek. 2. Mesleğin özünün insanlara yardım etmek olduğunu unutmak. 3. Mesleğini bir iktidar aracı olarak kullanmak. 4. Zor durumdaki insanları, sadece bir beden olarak görmek ve sadece ilaç vermek. Tehlikeli tedaviden kaçınmak. 5. Zor durumdaki çocuklara, çocuklarda kullanımının tehlikeli olduğunu bile bile yetişkin ilaçları vermek. 6. Yukarıda sayılan durumları inkâr etmek. 7. Entelektüel ve ahlaki açıdan herkesten üstün olduğunu düşünmek. 8. Kendi duygularıyla baş etmek konusunda ciddi zorlanmalar yaşamak. 9. Yardım ettiği kişilerin duygularını anlamakta ciddi zorlanma yaşamak, kendi yaşadığı stresin farkında olamamak ve insanlarla açık bir iletişim kurmakta ciddi engelleri olmak. Yardım ettiği kişilerle ve başkalarıyla iletişimde çok katı bir tavır sergilemek. Karşıdakini hiçe saymak, karşıdakine kaba davranmak ve karşıdakini dinlememek. Çok katı inançlara sahip olmak ve bu inançları kanıtları olan gerçeklermiş gibi sunmak. Yardım ettiği kişiye ve iletişim kurduğu herkese, o anda konuşulan konuyla hiç alakası olmayan tuhaf sorular sormak. Bu tutumu sergileyen hekim etik ihlal ve malpraktise yakındır. Hastalar tarafından olumsuz algılanmaları nedeniyle hep sorun yaşayan kişilikler olurlar. Özetle sağlık sektörü, doğrudan hizmet verenle temas içinde olduğu ve insanların en zayıf halleriyle yüzleştiği için hatayı kabul etmeyen bir alandır. Bu nedenle tıp, sadece bir meslek değil aynı zamanda sanattır. Toplumun ve bürokrasinin insana dokunan klinisyenlere saygı göstermeleri onların lehinedir. Kaynaklar Atkinson, R, Atkinson, R.C, Smith E.E, Bem D.J. Nolen, S, Psikolojiye Giriş, Arkadaş Yayınları, 2. Baskı, , Ankara. Eliçin, Ö. Avcıoğlu, H. Otizmi Olan Çocuklarda Replik Silikleştirme ve Duygu Ayırımını Öğrenme. Eğitim Bilim, Okanlı, A. Duygu ve Algı Kavramları, AÜ Erzurum. Saydam, A. Algı Yönetimi, , İstanbul. Tarhan, N. Asimetrik Savaş, Politik Psikoloji, Timaş, , İstanbul. Tarhan, N. Psikolojik Savaş, Gri Propaganda, Timaş, , İstanbul KIŞ SD 15

16 DOSYA: SAĞLIKTA DEZENFORMASYON Hayatın tıplaştırılması, farmasotikleştirilmesi ve genetikleştirilmesi Prof. Dr. Osman E. Hayran Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesini bitirdikten sonra aynı üniversitede halk sağlığı ihtisası yaptı yılında Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı na geçti ve aynı yıl halk sağlığı doçenti, yılında da profesörü oldu. Bir süre Dünya Sağlık Örgütünce Ankara da oluşturulan Sağlık Politikaları Proje Ofisinin Direktörlüğünü yaptıktan sonra yılında Marmara Üniversitesi Sağlık Eğitim Fakültesini kurmak üzere dekan olarak görevlendirildi. Yeditepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı ve Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı olarak görev yaptı. Hayran, halen İstanbul Medipol Üniversitesi Öğretim Üyesi olarak görevini sürdürmektedir. Bedenimiz ve aklımızla ilgili her türlü rahatsız edici deneyime hatta normal dışı her türlü algılamaya tıbbi açıklamalar getirilmeye çalışılmasını özetleyen bir kavram olan hayatın tıplaştırılması ; tıp biliminin günlük hayatlarımıza her geçen gün daha fazla girmesini, son derece sıradan, insani bazı hallerimizin bile zaman içerisinde semptomlara, klinik tablolara ve tedavi gerektiren hastalıklara dönüştürülmesini anlatmak amacıyla kullanılan bir kavramdır. Bu kavramı ilk kullanan kişi olan Avusturyalı filozof Ivan Illich, modern tıbbın gelişmesi ile birlikte hayatın, doğum ve ölüm gibi normal olaylarının hızla tıplaştırıldığını ve bu yolla tıbbın insan sağlığına ciddi zararlar vermeye başladığını tartışmıştır. Ona göre kapitalizm, toplumları hasta etmekte; hastalıklı toplum da bireyleri hasta etmektedir. Bu durumu sosyal iatrogenesis olarak niteleyen Illich, tıbbi uygulamaların insanlar üzerinde nasıl yeni sağlık sorunlarına, yan etkilere, komplikasyonlara neden olduğu üzerinde durmuştur. Onun deyimiyle Gelişmiş ülkelerde mükemmel sağlığa sahip olmak, sıradan insanları bekleyen en önemli patojenik etken haline gelmiş durumdadır. Görüşleri ile 68 kuşağını etkileyen ve fazla devrimci tutumu nedeniyle Anglosakson dünyada pek sevilmeyen Fransız filozof Foucault a göre ise tıp, devletin insanları denetleme aracı haline dönüşmüştür. Bu görüş, günümüz düşünürleri arasında da kabul gören ve tekrarlanan bir görüştür. Bir hekim ve saygın bir psikiyatri profesörü olan Macar asıllı Amerikalı Thomas Szasz, tıplaştırmanın özellikle psikiyatri ve ilaç kullanımı alanında çok belirgin olduğunu, psikiyatrinin yalanlardan ibaret sahte bir bilim olarak her türlü insani durumun tıplaştırılması için kullanıldığını savunmuştur. Bu duruma farmakrasi adını veren Szasz a göre nasıl ki teokrasi dinin ve din adamlarının, demokrasi halkın ve çoğunluğun iktidarı ise farmakrasi de ilaçların ve hekimlerin iktidarı anlamına gelmektedir. Neredeyse yarım asırdır sürmekte olan bu görüş, tartışma ve değerlendirmeler bugün de geçerliliğini artan şekilde korumaktadır. Özellikle bilim ve teknolojinin hızla gelişmesi, yeni bilgilerin gelişmiş iletişim araçları ile hızla yayılması, hayatın tıplaştırılmasını da hızlandırmakta; günlük hayatımızın sorumluluğu ve denetimi, her geçen gün daha büyük oranda tıp biliminin, uzmanların ve akıllı cihazların eline geçmektedir. Bu sorumluluk ve denetim devri; bazen işimize geldiği için kendi istek ve rızamızla, bazen de medyanın (media-calization) ve uzmanların etkisi ile elimizde olmaksızın gerçekleşmektedir. Bedenimiz ve aklımızla ilgili her türlü rahatsız edici durumun, çeşitli uzmanların sorumluluk ve denetim alanında görülmesi; bir yandan bireyler olarak bizleri rahatlatırken bir yandan da bu işten çıkar sağlayan yeni meslek gruplarının oluşmasına, yeni iş alanlarının doğmasına neden olmaktadır. Tüm bu gelişmeler tıplaştırma kısır döngüsünü çevirmeye devam etmektedir. Tıplaştırmanın Oluş Şekli ve Olası Nedenleri Uluslararası Epidemiyoloji Derneğinin sözlüğüne göre tıplaştırma, aslında tıbbi olmayan durumların, süreçlerin veya ruh hallerinin yeniden tanımlanarak tıbbi konular haline getirilmesi; insani veya sosyal bir durumun tıbbi bir durum olarak tanımlanması, adlandırılması ve tıbbi müdahaleye açık hale getirilmesi; sağlık profesyonellerinin ve endüstrisinin günlük hayata daha fazla etki eder hale gelmesi şeklinde tanımlanmaktadır. Tıplaştırma, başlıca 3 farklı düzeyde gerçekleşmektedir: Aslında patolojik olamayan bazı durumların tıbbi tanıya dönüştürülmesiyle yapılan kavramsal tıplaştırma (meme ptosisi gibi); sağlık kurumlarının yönetim eğitimi almamış hekimlerce yönetilmesi sonucu gerçekleşen kurumsal tıplaştırma; hekimlerin hastalarında gördükleri farklı sosyal veya bireysel özellikleri hastalık olarak tanımlaması (eşcinsellik gibi) nedeniyle oluşan etkileşimsel tıplaştırma. Tıplaştırmayı teşvik eden etkenler ise dört grupta toplanmaktadır: Ekonomik Gerekçeler: İlaç ve teknoloji firmalarının daha fazla kazanmak amacıyla ürünlerinin reklamını yapmak 16 SD KIŞ

17 için doğrudan (ABD de olduğu gibi) veya dolaylı yollar geliştirmesi, insan bedenine ilişkin risk altında sayılan değerlerin değiştirilmesi, sağlıkla ilgili riskleri abartan mesajlar verilmesi gibi pazarlama/kandırma yöntemleri nedeniyle insani pek çok durum patolojilere dönüştürülmektedir. Yeni Tıp Teknolojileri: Yeni tanı yöntemlerinin, tedavi biçimlerinin geliştirilmesi sonucu erken tanı mümkün hale gelmekte ve önem kazanmakta, aşırı tanı koyma eğilimi yaygınlaşmaktadır. Gereksiz olarak tanıya dönüştürülen pek çok insani ve doğal durum prediyabet ya da genetik yatkınlık gibi tıbbi terimlerle ifade edilmekte ve tıplaştırılmaktadır. Sadece tıbbi teknolojiler değil; internet, akıllı cihazlar da tıplaştırmada rolü olan teknolojiler arasındadır. Örneğin internette dolaşan yalancı-pozitiflik yüzdesi yüksek bir psikolojik testin uygulanması sonucu bireylerin çeşitli duygu ve düşüncelerini kolayca tıplaştırma, tanıya dönüştürme olasılığı bulunmaktadır. Tüketim Ekonomisinin Yaygınlaşması: Sağlık hizmetlerinin giderek artan oranda endüstriye dönüşmesi, sağlığın da meta-mal haline gelmesine neden olmakta, hastalara tüketici/ müşteri gözüyle bakılması sonucunu doğurmaktadır. Bu durum; tıbbi uygulamaların insani yönünün geri plana itilmesine yol açmakta, yapılan her işlemin ve verilen her hizmetin daha çok tüketilmesi için çaba harcanması ile sonuçlanmaktadır. Sağlık Hizmetlerinin Örgütlenme ve Sunum Şekli: ADHD (dikkat eksikliği ve hiperaktivite) hastalığının sosyal etkenlerle ilişkisini göz ardı edip beyinle ilişkilendiren; depresyonun işsiz kalma, boşanma-eşsiz kalma, yoksul bir çevrede yaşamak zorunda olma gibi durumlarla ilişkisi bilindiği halde ilaçla tedavi etmeye kalkışan bir sağlık sistemi, doğal olarak özünde insani ve sosyal olan pek çok sorunu tıplaştırmaktadır. Ne yazık ki dünyadaki hiçbir sağlık hizmet sistemi ruhsal ve/ya sosyal sorunları derinlemesine araştırıp çözüm bulacak şekilde örgütlenmemiş ve tasarlanmamıştır. İnsani sorunlar karşısında önce dinlerden daha sonra politikacılardan beklenen ama bir türlü gerçekleşmeyen çözümler için günümüzdeki yeni umut kapısı tıptır. Tıbbi sözcükler günlük konuşmamızın pek çok alanına girmiştir. Günlük hayatın stresi ve stresin neden olduğu sorunlar en önemli mücadele alanlarımız arasındadır. TV lerin vazgeçilmez konuşmacıları olan sağlık profesyonellerine göre yediğimiz-içtiğimiz neredeyse her şey, sağlığımızı etkilemekte ve bedenimizde çeşitli sorunlara yol açmaktadır. Bir zamanlar nedensellik açıklamaları ahlaki, dini ya da kriminal kavramlarla yapılan alkolizm, madde bağımlılığı, şiddet, eşcinsellik gibi pek çok durumun da zaman içerisinde tıbbi tanıya dönüştürüldüğü görülmektedir. Günahkâr hayat sürmek kavramı yerini sağlıksız yaşam biçimleri ne bırakmış, kaderalınyazısı nın yerini genetik yapı ve kodlar almıştır. Bazı dinlerde yaygın olan günah çıkartma işlemi önemini yitirmiştir. Bu amaçla artık din adamlarına değil psikologlara gidilmektedir. Woody Allen in bir filminde dediği gibi Tanrı öldü, Marx da öldü ve ben kendimi hiç iyi hissetmiyorum düşüncesi, giderek yaygınlaşan bir anlayıştır. Günlük hayatın sıkıntıları karşısında tıp neredeyse umut veren tek alan haline gelmiştir. Her gün duyurulan tıbbi gelişmeler ve hayatın sırlarına ilişkin keşifler bu umudu pekiştirmekte, beklentileri artırmaktadır. Premenstruel sendrom, kronik yorgunluk sendromu, post-travmatik sendrom, yeme bozuklukları, dikkat eksikliği sendromu, panik atak, öğrenme güçlükleri gibi son yarım yüzyılın buluşu olan tıbbi tanılar, aslında son derece insani olan bazı özelliklerin tıplaştırma örnekleridir. Fizyolojik normlardan sapmaların tanıya dönüştürülmesi bir yana, toplumsal normlardan sapma olan her durumun da tıbbi bir hastalığa dönüştürülmesi eğilimi artmaktadır. Hatta gebelik, doğum, yaşlanma, ölüm, infertilite, KIŞ SD 17

18 menopoz, cinsel fonksiyon farklılıkları, utangaçlık, can sıkıntısı, üzüntü gibi normal ve durumlar bile tıp endüstrisinin uğraş alanı haline gelmiştir. Saç dökülmesi, cilt kırışması, meme sarkması, göz kapağı düşmesi artık cerrahi müdahaleler gerektiren birer patoloji olarak tanımlanır hale gelmiştir. Özetle hayatın tek tipleştirilmesi ve tıplaştırılması, artık farklı pek çok bilim alanından uzmanın ilgi alanı haline gelmiş ve çok sayıda yayına konu olmuştur. Tıplaştırmanın Farklı Şekilleri: Farmasotikleştirme, Genetikleştirme Tıplaştırmanın bir türü olan farmasotikleştirme-ilaçlaştırma insan bedenine ilişkin çeşitli durumların, özelliklerin, yetenek ya da yeteneksizliklerin ilaç kullanımına elverişli hale getirilmesi şeklinde tanımlanmaktadır. Farmasotikleştirmenin önemli bir özelliği, iyilik hali oluşturmak, kendini geliştirmek, daha iyi hissetmek gibi tıbbın ihmal ettiği alanlarda da yaygınlaşıyor olmasıdır. Tıplaştırmada tanı konulması gerekmekteyken farmasotikleştirmede tanı konulmasına gerek duyulmadan ilaç kullanımı söz konusudur. Besin takviyesi adı altında reçetesiz satılan Bir zamanlar nedensellik açıklamaları ahlaki, dini ya da kriminal kavramlarla yapılan alkolizm, madde bağımlılığı, şiddet, eşcinsellik gibi pek çok durumun zaman içerisinde tıbbi tanıya dönüştürüldüğü görülmektedir. Günahkâr hayat sürmek kavramı yerini sağlıksız yaşam biçimleri ne bırakmış, kader-alınyazısı nın yerini genetik yapı ve kodlar almıştır. Bazı dinlerde yaygın olan günah çıkartma işlemi önemini yitirmiştir. Bu amaçla artık din adamlarına değil psikologlara gidilmektedir. ilaç görünümlü karışımlarla yaygınlaşan bu akım, zaman içerisinde reçeteli-reçetesiz her türlü ilaç için geçerli olmuştur. Sağlıklı olan bir kişinin kendisini daha iyi hissetmesi, daha uzun yaşaması ve daha güçlü olması gibi arzularla ilaç kullanması, İngilizce kafiyeli deyimi ile A pill for every ill mantığı, farmasotikleşmeyi ve tıplaştırmayı hızlandırmıştır. O kadar ki bir dönem depresyon için üretilen prozac isimli ilacın salgın halde kullanılması ile ABD toplumundan prozac toplumu diye söz edildiği olmuştur. Aynı ülkede son yıllarda morfin türevleri gibi hekim tarafından reçete ile verilmesi zorunlu hatta özel denetime tabi olan ilaçlara bağlı kötü kullanımlar tehlikeli boyutlara ulaşmıştır. Bu ilaçlara bağlı aşırı doz ölümleri, günümüzde yetişkin yaş grubunda en önemli neden haline gelmiştir. İlaç kullanımı konusunda çok ciddi düzenlemeler olmasına rağmen aşırı ilaç alımı nedeniyle sadece bu ülkede her gün kişi ölmektedir. Diğer bir kavram olan genetikleştirme, Aslında tıbbi olup da genetik yönü olmayan bazı sorunların, genetik bir nedene dayandırılması veya güçlü bir genetik yönünün olduğunun sanılması; fizyolojik, patolojik, davranışsal veya sosyal durumların klinik, çevresel, ekonomik, sosyal veya kültürel nedenlerle açıklanması yerine genetik nedenlere bağlanması; genetik açıklamaların sağlık profesyonelleri ile sıradan insanların günlük hayatına daha fazla girmiş olması şeklinde tanımlanmaktadır. Genetikleştirme sözcüğünü lı yıllarda ilk kullanan Lippman ın geliştirdiği teze göre, genetik bilimindeki gelişmeler nedeniyle sosyal hayatımızdaki pek çok durumla sağlığımıza ilişkin pek çok olgunun, artan bir şekilde genetik kavramlarla açıklanması mümkün olacaktır. Buna bağlı olarak sosyal hayatımızda, sağlık hizmetlerinde ve tıpta önemli değişikliklerin olması söz konusudur. Genetikleştirmenin bazı durumları genlerle açıklaması, genleri değiştirerek kontrol edebilme olanağı sağlaması gibi özellikleri, sosyal ve çevresel etkenlerin kontrol edilebilirliğine kıyasla daha kolay olduğundan bu yaklaşım, kısa sürede çok taraftar bulan bir anlayış olmuştur. Bedenimizle ilgili pek çok durumun, genlerle açıklanma çabası bir yana her sorunun çözümü için de genetik teknolojilerden medet umulması anlayışı hızla yaygınlaşmış, genetik uzmanlarının yıldızı bir anda parlamaya başlamıştır. Ne var ki bu konudaki hızlı gelişmeler, lı yıllarda büyük iddialarla başlayıp yılında iddiasını kaybederek tamamlanan İnsan-Genom Projesi nin sonuçları nedeniyle popülerliğini aynı hızla kaybetmeye başlamıştır. Genetikleştirme konusunda ayrıntılı kaynak taraması ve derinlemesine inceleme içeren bir çalışmada da vurgulandığı gibi başlangıçta çok umutlar vadeden genetik bilimi, geçen zaman içerisinde kendisinden beklenenleri verememiştir. Genler yoluyla basite indirgenmesi beklenen nedensellik ilişkilerinin, tam tersine karmaşıklık ilkeleri ile açıklanabileceği, insan topluluklarının genetik özelliklerine göre sınıflanamayacağı, tabakalara ayrılamayacağı anlaşılmış ve genetikçilerin tıp alanında sanıldığı kadar geniş güç alanına sahip olamayacağı sonucuna varılmıştır. ABD Yüksek Mahkemesinin yılında, insan bedeninde kendiliğinden oluşmuş olan genlerin patent ve ticaret konusu olamayacağını karara bağlaması, bu konuda yürütülen araştırmaların hızını azaltmıştır. Günümüzde yaygınlaşmakta olan bir başka olgu da sağlıklılaştırma olarak adlandırılabilecek olan bir durumdur. Yapılan her faaliyetin, yenilen her yiyeceğin daha sağlıklı olmak amacı ile yapılması ve yenilmesi, günümüz insanı arasında yayılan yeni bir tıplaştırma türüdür. Spor yapmak eğlence olmaktan çıkmış, insanları belirli beden ölçülerine sıkıştıran, fit olmak amaçlı bir işkence haline dönüşmüştür. Yiyecekler artık lezzetlerine göre değil de içeriklerine göre sınıflandırılmakta ve tüketilmektedir. İş o kadar abartılmıştır ki sağlıklı beslenme saplantısı, ortoreksiya nervoza adını alıp sağlıklı beslenme konusunu saplantı haline getiren bir sağlık sorunu şeklinde tanımlanan yeni bir hastalık türü olarak literatüre girmiştir. Bazı insanların bu eğilimleri onları sağlıklı yapmak yerine, bir süre sonra toplumdan kopmalarına; yemek yeme, sosyalleşme faaliyetlerini bir tür iş haline dönüştürmelerine; doğal beslenme gayretinin de beslenme sorunlarına dönüşmesine yol açmaktadır. Yani daha sağlıklı olma çabaları hastalıklarla sonuçlanmaktadır. Kendimizi adeta nörokimyasal süreçlerden ibaret hissetme durumu, her geçen gün artmakta ve yaygınlaşmaktadır. Özellikle akıllı cihazlar ve bilişim teknolojileri sayesinde kendi bedeni- 18 SD KIŞ

19 mizin fonksiyonlarını yakından izleme, günlük kalori tüketimimizi ölçme, uyku kalitemizi değerlendirme, hatta tanı koyarak tedavi belirleme aşamasına doğru yol almaktayız. Bedenimizle ilgili sorunlar konusunda bir yandan tıp profesyonellerinden bağımsız hale gelmekteyken bir yandan da akıllı cihazlara bağımlı hatta onların esiri haline gelmekteyiz. Her şeyi tıplaştırma süreci, hayatımız konusunda kendi sorumluluklarımızı geri plana atmamıza neden olmaktadır. Her şeyin nörokimyasal, genetik bir temeli olduğunda; doğal olarak çözümlerin de tıbbi olması kaçınılmaz hale gelmekte ve bizim kendi hayatımız için mücadele etmemize gerek kalmamaktadır. Özetle sağlık, norm olmaktan çıkmaktadır. Sürekli olarak hasta olma hali söz konusudur. Sağlığın geliştirilmesi amaçlı programlarda bile sağlıklı yaşam biçimleri için yapılması gerekenler sıralanmakta, bunun için insanların ek bir çaba harcaması ve kendisini zorlaması gerektiği mesajları verilmektedir. Çünkü artık kendiliğinden sağlıklı yaşam mümkün değildir ilkesi benimsenmiştir. Tipik Bir Tıplaştırma Örneği: Gebelik ve Doğum Öncesi Bakım Hayatın tıplaştırılması sürecini ve sonuçlarını göstermesi açısından tipik bir örnek olarak gebelik ve doğum öncesi bakım hizmetlerini ele almak pek çok açıdan öğreticidir. Gebelik öncesi bakım kavramı, yüzyılın başına kadar ABD de yayımlanmış hiçbir tıbbi kitap ya da metinde yer almaz ve uygulanmazken yılına gelindiğinde gebe kadınların %96 sının düzenli olarak gebelik öncesi tıbbi bakım hizmeti aldığı (US Department of Health and Human Services, ) görülmektedir. Bu durum ilk bakışta kadınlarla doğacak olan çocukları adına çok yararlı bir gelişme gibi görünse de bu ülkedeki anne ve bebek ölümlerinin düşmesinde gebelik öncesi bakım hizmetlerinin sanıldığı gibi önemli bir rol oynamadığı anlaşılmaktadır. Gebelik aslında normal ve doğal bir durum olup hastalık şeklinde ele alınması doğru değildir. Ancak gebelikteki bazı fiziksel ve ruhsal değişimler nedeniyle gebe kadınların sağlık durumlarının gebe olmayan kadınlara göre farklılık gös- Spor yapmak eğlence olmaktan çıkmış, insanları belirli beden ölçülerine sıkıştıran, fit olmak amaçlı bir işkence haline dönüşmüştür. Yiyecekler artık lezzetlerine göre değil de içeriklerine göre sınıflandırılmakta ve tüketilmektedir. İş o kadar abartılmıştır ki sağlıklı beslenme saplantısı, ortoreksiya nervoza adını alıp sağlıklı beslenme konusunu saplantı haline getiren bir sağlık sorunu şeklinde tanımlanan yeni bir hastalık türü olarak literatüre girmiştir KIŞ SD 19

20 personelinin müdahelesini gerektiren cerrahi bir işlem olarak ele alınmasına neden olmaktadırlar. Gebelerle ilgili yapılan pek çok sayıdaki araştırmanın ortak sonuçlarına göre gebe kadınların gebelikle ilgili en önemli merak ve endişeleri kendi sağlıkları ile ilgili değil, fetüsün yani doğacak olan çocuklarının sağlığı ile ilgilidir. Dolayısıyla normal seyreden bir gebelik sırasında sağlık kontrolüne gitmelerinin başlıca amacı fetüsün durumu hakkında bilgi edinmektir. Bu amaçla kullanılan en yaygın ve popüler yöntem ise ultrasonografidir. Gebelik sırasında düzenli aralıklarla yapılan ultrasonografinin, fetüsteki sorunları saptama konusundaki duyarlılık ve seçiciliğinin tartışmalı olmasına ve perinatal mortaliteyi azalttığına ilişkin hiçbir bilimsel kanıt olmamasına rağmen sonografinin doğum öncesi bakım sırasında kullanılması her geçen gün daha çok yaygınlaşmaktadır. Bu yaygınlığın bir nedeni gebe kadınların istekleri, diğer nedeni ise sağlık personelinin önerileridir. Kadınların bu konudaki istekleri fetüse ilişkin merakları nedeniyle anlaşılabilir iken sağlık personelinin artan önerilerinin bilimsel gerekçe ve mantığını anlamak mümkün değildir. Benzer şekilde, her geçen yıl daha çok yaygınlaşan bir başka uygulama da sezaryenle doğumdur. Dünya Sağlık Örgütü uzmanlar kurulunun belirlediği bir ölçüte göre hastane doğumlarında bekelenen sezaryen oranı en fazla %15 olması gerekirken bu oran pek çok ülkede % lere ulaşmaktadır. Bu oran ülkemizde, yılında %53 olup bu yüzde, ülkemizi OECD ülkeleri arasında ilk sıraya taşımıştır. Bu artışın pek çok durumda hiçbir tıbbi veya bilimsel endikasyona bağlı olmadığı, sırf kadının isteği ya da sağlık personelinin kararı sonucu olabildiği dikkat çekmektedir. Başka bir deyişle gebelik, zaman içerisinde izlenmesi gereken bir sağlık sorununa; doğum ise cerrahi müdahele gerektiren bir olaya dönüşmektedir. Avrupa Birliği fonlarından yararlanılarak ülkemizin 3 farklı bölgesinde, Sağlık Bakanlığı sorumluluğunda yürütülen bir çalışmada, gebeliği sırasında sağlık hizmeti almayan ya da hizmeti yarıda bırakan kadınların sağlık arama davranışları, kalitatif yöntemlerle soruşturulduğunda ilginç sonuçlar elde edilmiştir. Tüm bölgelerdeki kadınların ortak görüşüne göre sağlık kuruluşları tarafından doğum öncesi bakım hizmeti olarak suterdiği de bir gerçektir. Önemli olan bu farklılıkların ne kadarının doğal ve normal bulgu, ne kadarının patolojik bulgu olarak değerlendirildiğidir. Örneğin gebe olmayan kadının belirli aralıklarla adet görmesi normal iken gebe kadının adet görmesi anormal bir durumdur. Gebe bir kadının gebeliği boyunca düzenli olarak kilo alması normal ve beklenen bir durum iken hiç kilo almaması veya aşırı kilo alması patolojik bir durumdur. Gebe olmayan bir kadında bulantı-kusma, hastalık belirtisi iken gebe bir kadında normal bir bulgu olabilmektedir. Başka bir deyişle gebe kadınların bedenleri ve ruhsal durumları, gebe olmayan kadınlardan farklı olacağı için, normal belirti ve bulguları da farklıdır. Tıplaştırma işlemi de tam bu noktada başlamaktadır. Sağlık personeli ve tıp bilimi gebe kadında ortaya çıkan ve aslında normal olan bazı değişimleri açıklamaya çalışırken bazen abartılı bazen de yetersiz tanımlamalar yaparak; normal değişimlerin semptomlara dönüşmesine, gebeliğin her aşamada izlenmesi gereken normal dışı bir durum hatta bir hastalık olarak algılanmasına; doğumun ise hastane koşullarında, sağlık Gebelik sırasında düzenli aralıklarla yapılan ultrasonografinin, fetüsteki sorunları saptama konusundaki duyarlılık ve seçiciliğinin tartışmalı olmasına ve perinatal mortaliteyi azalttığına ilişkin hiçbir bilimsel kanıt olmamasına rağmen sonografinin doğum öncesi bakım sırasında kullanılması her geçen gün daha çok yaygınlaşmaktadır. Bu yaygınlığın bir nedeni gebe kadınların istekleri, diğer nedeni ise sağlık personelinin önerileridir. nulan başlıca hizmetler, ultrasonografi ve tetanos aşısıdır. Bazı kadınlar daha önceki gebeliklerinde gittikleri sağlık ocağında hiç muayene edilmediklerini, sağlık personeli tarafından kendilerine ya sadece tetanos aşısı yapıldığını veya kan yapıcı ilaçlar verildiğini ya da ultrason için hastaneye gitmelerinin önerildiğini belirtmişlerdir. Gebelikleri ile ilgili gerekli ilgiyi ve doyurucu bilgiyi alamadıklarını belirten kadınlarda bu tıbbi yaklaşımlara karşı önyargılar gelişmiştir. Ultrason için genellikle hastaneye veya doktor muayenehanesine gidilmesi gerektiği, bunun sonucunda da doğumun genellikle hastanede ve sezaryen ile yaptırıldığı düşüncesi yaygındır. Yani kadınların çoğunluğuna göre ultrasonografi, sezaryen için adeta ilk adımı oluşturmaktadır ve her ikisi de arzu edilen uygulamalar değildir. Tetanos aşısı için de farklı bölgelerde farklı önyargılar bulunmaktadır. Van ın kırsal kesiminde görüşülen Kürt kadınlardan bir kısmı, sağlık ocaklarında yapılan tetanos aşısının kısırlığa yol açtığını düşünürken Afyon ve Adana da bu görüşe hiç rastlanmamıştır. Ancak buralarda da tetanos aşısının gebelik sırasında fetüsün hızla büyümesine neden olduğu ve doğumun sezaryenle olması sonucuna yolaçtığı düşüncesi vardır. Benzer bir inanç, Adana da görüşülen bazı kadınlar tarafından kan yapıcı ilaçlar için dile getirilmiştir. Bunlara göre gebelik sırasında doktor tarafından önerilen vitamin ve kan yapıcı ilaçlar fetüste büyümeye neden olmakta, büyüyen fetüsün doğumu da sezaryen gerektirmektedir. Tüm kadınların ortak görüşüne göre sezaryenle doğum, tercih edilen bir doğum şekli değildir ve sağlıkları açısından sakıncalıdır. Bu sonuçlar, doğum öncesi bakım amacıyla yapılan tıbbi uygulamaların, özellikle kırsal kesimde yaşayan öğrenim düzeyi düşük gebe kadınların, sağlık kuruluşlarından ve sağlık personelinden uzaklaşmasına neden olduğunu göstermektedir. Başka bir deyişle, doğum öncesi bakım ve doğum hizmetlerinin tıplaştırılması, tıbbi hizmetler sunulurken yeterli insan ilişkilerinin kurulmaması, kadınları bu hizmetlerden soğutmaktadır. Söz konusu tıbbi uygulamaların ne ölçüde gerekli veya yararlı olduğu ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte, kadınların kendilerine bazı tıbbi uygulamaların nesnesi olarak davranılmasına sıcak bakmadıkları anlaşılmaktadır. 20 SD KIŞ

21 Tıp ve Karşı-Tıp Tıplaştırma konusunda süren tartışmaların ağırlıklı olarak karşı-tıp (anti-medicine) düşünce biçimlerine dayandığı dikkati çekmektedir. Karşı-tıp düşünce, biçimleri genellikle insan bedeninin tıbbi uygulamaların egemenliğinden, tıbbi otoriteden özgürleştirilmesini savunan düşünce biçimleridir. Abartılmadığı ve tıp düşmanlığı yapmadığı sürece, karşı-tıp düşüncelerine kulak vermede bir sakınca yoktur. Hatta yirminci yüzyılda aşırı genişlemiş güç alanı nedeniyle, mesleki emperyalizmin önemli kalelerinden birisi haline gelmiş olan hekimlik ve tıbbi uygulamaların, insancıl özüne dönmesi için bu yaklaşımın gerekli olduğu da savunulabilir. İnsanın kendi sağlığı konusundaki bireysel sorumluluğu ve bedenin doğal olarak var olan kendi kendini onarma yeteneği, bu konudaki tartışmaların bir diğer boyutunu oluşturmaktadır. Her iyi hissetmeme durumunun, fiziksel ya da ruhsal yakınmaların mutlaka bir hastalık belirtisi olmayabileceği dikkate alınmalı ve sıradan insanlara bedenlerine ilişkin temel sağlık bilgileri öğretilmelidir. Doğadaki her şeyin kendi zıddıyla birlikte var olduğu gerçeğinden hareketle; rahatsızlık olmadan iyilik, elem olmadan haz olmayacağı konularının gece-gündüz gibi doğal birer gerçeklik olduğu akılda tutulmalıdır. Gönüllülük temelinde gerçekleştiği ve sağlığımız açısından yararlı olduğu sürece hayatın tıplaştırılmasına karşı çıkmaya gerek olmadığı düşünülebilir. Hatta başka bir açıdan bakıldığında tıplaştırmanın yararlarından da söz etmek mümkündür. Örneğin farklı semptom kümelerinin altında ısrarlı bir biçimde tıbbi neden aranması ve yeni hastalıkların tanımlanması, bilim insanlarının tıplaştırma merakları sayesinde gerçekleşmektedir. Ancak, tıplaştırma süreci her zaman bu şekilde işlememekte, tıp biliminin bilgileri bazen politik amaçlarla -Nazi Almanya sında üstün ırk oluşturma çabaları veya eski Sovyet sisteminde rejim muhaliflerinin psikiyatrik tanı konularak izole edilmeleri gibi- bazen de her gün piyasaya yenisi çıkan diyet ürünleri, gereksiz tanı ve tedavi uygulamaları gibi ticari amaçlarla kullanılabilmektedir. Gebelik ve doğumun tıplaştırılması örneğinde de görülebileceği gibi tıplaştırma, en azından verilen hizmetlerin insani boyutunun geri plana itilmesine, tıbbi bilgi ve teknolojilerin gereğinden faz- la yüceltilmesine, tıbbi uygulamaların yaşam kalitesini artırma amacından uzaklaşmasına, bazı insanların sağlık hizmetlerine karşı olumsuz önyargılar geliştirmesine neden olmaktadır. Gereksiz tıbbi uygulamaların neden olabileceği komplikasyonlar ve ekonomik kayıplar işin bir başka boyutunu oluşturmaktadır. Diğer bilimler gibi tıp biliminin de insan hayatını kolaylaştırma amacı taşıdığını bilen her insanın, günlük hayatın tıplaştırılması karşısında bilinçli olmasına ve günlük hayatımızın denetiminin elimizden çıkması karşısında duyarlı davranmasına her geçen gün daha fazla ihtiyacımız vardır. Kaynaklar Arribas-Ayllon M. () After Geneticization. Soc Sci Med. ; Ay P, Hayran O, Topuzoglu A, Hidiroglu S, Coskun A, Save D, Nalbant H, Özdemir E, Eker L. The Influence of Gender Roles on Health Seeking Behaviour During Pregnancy in Turkey Eur J. Contracept Reprod Health Care Aug;14(4): Barker KK. () A Ship Upon A Stormy Sea: The Medicalization of Pregnancy. Soc. Sci Med. 47(8), Black C, Kaye JA, Jick H. () Cesarean Delivery in The United Kingdom: Time Trends in The General Practice Research Database. Obstet Gynecol Bratman S. () Health Food Junkie. Yoga Journal (September/October): ( seafoodplus.info (Erişim Tarihi: ) Bricker L, Neilson JP. () Routine Ultrasound in Late Pregnancy (After 24 Weeks Gestation). Cochrane Database Syst Rev ;(2):CD Camargo KR Jr. () Medicalization, Pharmaceuticalization, and Health Imperialism. Cad. Saúde Pública, Rio de Janeiro, 29(5): CDC. () data/seafoodplus.info (Erişim Tarihi: ) Conrad P, Schneider JW. () Devianca and Medicalization: From Badness to Sickness. Temple University Press, Philadelphia, PA. Costa CB, Hardan-Khalil K, Gibbs K. () Orthorexia Nervosa: A Review of The Literature. Issues In Mental Health Nursing 38(12): Flamm BL. () Cesarean Section: A Worldwide Epidemic? Birth Foucault, M. () The Birth of The Clinic:An Archeology of Medical Perception. Vintage Books, New York. Furedi F. () The End of Professional Dominance. Society, 43(6), Genome. () (Erişim Tarihi: ). Hayran O., , Hayatın Tıplaştırılması ve Doğum Öncesi Bakım Hizmetleri, SD Dergisi sayı, (Erişim Tarihi: ) Illich I. () The Medicalization of Life. Journal of Medical Ethics, I: Illich I. () Medical Nemesis:The Expropriation of Health. Bentam Books, New York. Lippman, A. () Led (Astray) by Genetic Maps: The Cartography of The Human Genome and Health Care, Social Science and Medicine, 35, 12, Lippman, A. () The Politics of Health: Geneticization Versus Health Promotion. In Sherwin, S. (ed) The Politics of Women s Health: Exploring Agency and Autonomy. Philadelphia: Temple University Press. Maturo A, Moretti V. () Digital Health and The Gamification of Life: How Apps Can Promote a Positive Medicalization-Emerald Publishing Limited, s Porta M. Ed. A Dictionary of Epidemiology (Sixth Edition). New York: OUP; files/site1/pages/seafoodplus.info (Erişim Tarihi: ). Speert H. () Obstetrics and Gynecology in America: A History. The College of Obstetricians and Gynecologists, Chicago. Sufang G, Padmadas SS, Fengmin Z, Brown JJ, Stones RW. () Delivery Settings and Caesarean Section Rates in China. Bull World Health Organ, 85(10): Szasz T. () Pharmacracy: Medicine and Politics in America. Westport CT: Praeger Publishers. Szasz T. () The Medicalization of Everyday Life: Selected Essays. Syracuse, New York: Syracuse University Press. Szasz T. () Psychiatry: The Science of Lies. Syracuse, New York: Syracuse University Press. Tranquilli AL, Giannubilo SR. () Cesarean Delivery on Maternal Request in Italy. Int J. Gynaecol Obstet US Department of Health and Human Services. () Vital and Health Statistics: Prenatal Care in The United States, Series 21, Data on Natality, Marriage and Divorce, No. Weiner K, Martin P, Richards M, Tutton R. () Have We Seen The Geneticization of Society? Expectations and Evidence. Sociol Health Illn Sep;39(7): Williams S, Martin P, Gabe J. () The Pharmaceuticalisation of Society? A Frame for Analysis. Sociol Health Illn. ;33(5): World Health Organization. () Appropriate Technology for Birth. Lancet, 2: Zola IK. () Medicine as An Institution of Social Control. In: Conrad P, Editor. The Sociology of Health and İllness: Critical Perspectives. 6th Ed. New York: Worth Publishers: KIŞ SD 21

22 DOSYA: SAĞLIKTA DEZENFORMASYON Ne için besleniyorsunuz? Dr. Öğr. Üyesi Elvan Yılmaz Akyüz Hacettepe Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümünde lisans eğitimini, Başkent Üniversitesinde doktorasını tamamladı. Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinde yönetici ve klinik diyetisyeni olarak görev yaptı yılında Sağlık Bilimleri Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümünde Öğretim Üyesi olarak göreve başladı. Sağlık Bilimleri Enstitüsünde Beslenme ve Diyetetik Anabilim Dalı Başkanı olarak görev yaptı. Halen Diyetetik Anabilim Dalı Başkanlığı görevini yürütmektedir. Prof. Dr. Yüksel Altuntaş yılında İstanbul da doğdu. Pertevniyal Lisesi nin ardından yılında İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi nden mezun oldu da Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi İç Hastalıkları Klinik Şefliğine atandı yılları arasında aynı hastanede başhekimlik görevini yürüttü. Endokrinoloji ve Metabolizma Klinik Şefi olan Altuntaş, Metabolik Sendrom Derneğinin kurucuları arasında yer almaktadır. Beslenme, insan vücudunun büyüyüp gelişebilmesi ve yaşamını sağlıklı şekilde idame ettirebilmesi için gerekli olan besin ögelerinin vücuda alınması dır. Bu tanımdan da anlaşılacağı gibi yaşamsal fonksiyonlarımızın devamlılığı için beslenmemiz gereklidir. Bireylerin optimal sağlıklı bir yaşam sürebilmesi, hastalıklara yakalanma riskinin azalması için gereksinimlerine göre doğru ve dengeli beslenmesi gerekmektedir. Buna karşın beslenme konusunda bilgi kirliliği sağlıkta dezenformasyonun en önemli konularından biri haline gelmiştir. İlk toplumlardan itibaren insanlar hayatta kalabilmek için mevcut koşullara göre farklı şekillerde beslenmişlerdir. Bulundukları coğrafi özellikler ve kullandıkları aletlerin gelişmişlik düzeyi, besin tercihlerini etkileyen en önemli unsurlardandı. Bu dönemlerde beslenme sadece hayatta kalabilmek için yapılan bir eylemdi. Ancak günümüzde bireylerin beslenme tercihleri birçok farklı unsurdan etkilemekte, beslenme ve besin seçimi çok fazla değişkenlik göstermektedir. Bu beslenme tercihlerinde dezenformasyon oldukça etkili olmaktadır. Beslenme tercihleri sağlık, estetik kaygı, keyif ve de ekonomik olmak üzere dört alanda değerlendirilebilir. 1. Sağlık İçin Beslenenler Günümüzde yaşam süresinin artması, insanların daha sağlıklı yaşlanma ve/ veya geç yaşlanma isteğinin çoğalması sağlıklı beslenmeyi ilke edinmiş kişi sayısını da yükseltmektedir (1). Ek olarak yapılan genetik ve epigenetik çalışmalar ile insanların beslenme şekillerinin hem kendi hem de gelecek nesillerin genetiğini etkileyerek hastalık risklerini ortaya çıkarabildiği veya elimine edebildiği görülmüştür. Bu sebeplerden dolayı bazı insanlar sağlıklarını korumak ve optimum düzeye çıkarmak, hastalıklara karşı direnç kazanmak için sağlıklı beslenmeyi ilke edinmişlerdir. Bunun normalden sapma hali yani patolojik hali sağlıklı beslenmede aşırıya kaçma ve bunun takıntı haline getirilmesidir. Son yıllarda ortaya çıkan yeme davranış bozukluklarından birisi ortoreksiya dır. Ortorektik bireylerde sağlıklı ve doğal besinlerin tüketilmesi yaşam felsefesi haline gelmiştir. Bu durumun aşırı şekilde uğraşı haline gelmesi obsesifkompülsif bozukluğa benzetilmektedir. Bireyler sağlıksız besinlerin vücuda alınmasını reddettikleri için yemeği reddeder ve kilo kaybı yaşarlar, anorektik davranışlar sergileyebilirler (2). Özellikle yoğun sosyal medya kullanıcıları arasında hayatı tehdit edebilen sağlık problemlerine yol açan yeme bozuklukları sıkça görülmektedir. Sağlıklı besin ve beslenmeyi ön plana alan insanlarda da beslenme konusundaki yanlış bilgi edinimi had safhadadır. Burada sosyal medyanın rolü yadsınamaz. 2. Estetik Kaygı İçin Beslenenler Son yıllarda dijital dünyanın gelişmesi ve sosyal medyanın etkisiyle insanlar çok daha fazla bilgiye ulaşabilmektedirler. Özellikle sosyal medya ve televizyonlar beden algısını en fazla etkileyen faktörlerdendir. Bu güç, bireylerin estetik algısını hem olumlu hem de olumsuz yönde etkilemektedir. Toplum sağlığının korunmasında ve yükseltilmesinde kilit rol oynayan sağlık çalışanlarının, medyanın birey estetiği üzerine etkileri konusunda eğitici, savunucu, bakım verici, araştırıcı, liderlik ve danışmanlık gibi birçok önemli rolleri vardır. Ne yazık ki pek çok faktör, toplum beslenmesinde önemli bir yer alan hekim, diyetisyen gibi sağlık çalışanları ile sosyal medyaya fazlaca maruz kalan kişilerin arasındaki köprü görevinin önüne geçebilmektedir. Bu durumda bireylerin algıladıkları vücut görünüşleri sosyal kaygıya dönüş- 22 SD KIŞ

23 mektedir. Vücut görünüşüne yönelik gelişen olumsuz algı ve değerlendirmelerin sonucu olarak sosyal görünüş kaygısı yaşanmaktadır. Bu durum, özellikle sosyal iletişim araçlarının sıkça kullanılması sonucu daha da artmaktadır. Yapılan çalışmalar, sosyal medyada zaman geçiren bireylerin bedenleri ile ilgili daha fazla memnuniyetsizlik yaşadıklarını ve kilo ile ilgili kaygılarının arttığını göstermiştir (3). Estetik kaygı, zayıf olma ve beğenilme kaygısı ilk zamanlar en fazla gençleri ve kadınları etkilese de günümüzde her yaşta sıkça karşılaşılmaktadır. İnsanlardaki bu estetik kaygılar, zayıf vücut, erkekler için kaslı, kadınlar için ise düz bir karın isteğinin artması beslenme şekillerine yön vermektedir. Eğer altta yatan bir özgüven bozukluğu da mevcut ise Anoreksiyanervoza veya Bulmianervoza gibi yeme davranış bozuklukları ortaya çıkabilmektedir. Bu yeme bozuklukları sosyal kaygı ve vücut görünüşü kaygısı yaşayan adolesanları daha fazla etkilemekte, ileriki yıllarında da daha ciddi boyutlara ulaşabilmektedir (4). Estetik kaygı için besin seçimine dikkat eden bireylerin hayatlarının odak noktası, kilo vermek ve zayıf olmaktır. Estetik kaygı ile beslenen bireylerde bilimdışı, popüler, magazinsel beslenme biçimlerine eğilim daha fazladır. Kısa sürede hızlı kilo kayıpları ile estetik kaygılar hızla giderilmek istenir. Basındaki beslenme haberleri bu tür kaygıları olan insanları oldukça fazla etkilemektedir. 3. Keyif (Zevk) İçin Beslenenler Tüketilen besinler vücudun metabolik enerji gereksinimini sağlamakla birlikte zihin ve bilişin de dahil olduğu birçok beyin fonksiyonlarını etkilerler. Besinler ve beslenmenin duygu durumu ve davranışları etkilediği hem fiziksel hem de duygusal iyilik haline katkıda bulunduğu görüşü giderek daha çok kabul görmektedir. Bu nedenle de bazı insanlar yemeği keyif alma aracı olarak görürler. Yedikleri yemeğin kalorisinden çok, tadı, içeriği, görünümü ve yedikten sonra verdiği mutluluk onları daha fazla ilgilendirir. Güzel ve lezzetli yemek onları mutlu eder. Yağ, şeker oranı yüksek olan yiyecek ve içeceklerin daha lezzetli olduğu bilinmektedir ve bu lezzetli olarak tanımlanan besinler obezite oluşumuna katkı sağlamaktadır. Lezzetli yiyecekler dopamin salınımını uyarır ve böylece iştah açıcı etki gösterir. Homeostatik açlık durumu olmadan lezzetli besinlerin tüketimi ile haz almak amacıyla besin tüketimi hedonik açlık olarak tanımlanmaktadır. Hedonik açlık vücutta enerjinin fazla olduğu durumlarda homeostatik yolun önüne geçerek lezzetli yiyeceklerin tüketilmesi için arzuyu artırmaktadır (5). Dünyada artan obezite prevalansı ve artan yiyecek tüketimi sadece enerji ihtiyacı veya açlık nedeniyle değil, yemekten alınan haz ile de ilişkilendirilmektedir. Yiyecek-içecekleri keyif için tüketmenin diğer bağımlılık yapan ürünler gibi etki gösterdiği ve ilerleyen dönemlerde obezite ve obezite ile ilişkili hastalıklara neden olabileceği göz ardı edilmemelidir. Ek olarak bu tür beslenmeyi tetikleyen önemli faktörlerden birinin son dönemlerde sıkça artan ve yoğun izleyicisi olan gastronomi programları, birinin de basında çıkan beslenme ve sağlıkla ile ilgili çelişkili haberler olduğu unutulmamalıdır. 4. Ekonomik Boyutuna Göre Beslenenler Yetersiz ve dengesiz beslenme sorunu, başta yüksek nüfuslu az gelişmiş ülkeler olmak üzere yüksek gelirli gelişmiş ülkeler ve gelişmekte olan ülkelerde farklı derecelerde de olsa önemli refah ve sağlık sorunudur. Bu dengesiz dağılım özellikle yüksek nüfuslu Asya ve Afrika ülkelerini giderek artan derecede tehlike altında bırakmaktadır. Yadsınamaz bir gerçek var ki sağlığa zararlı, yüksek yağlı ve kalorili paketlemiş ve hazır gıdalara ulaşım sağlıklı beslenmeye göre daha düşük maliyetlidir. Gelir düzeyine göre toplumun büyük bir kısmının besin ve beslenme tercihlerinde ekonomik boyut ön plandadır. Oysaki insanların besin gereksinmesi ekonomik durumlarına göre değişkenlik göstermez. Ülkemizde yapılan çalışmalar, ekonomik düzeyi farklı olan ailelerin besin tüketimlerinin de farklı olduğunu, proteince zengin olan yiyeceklerin gelir düzeyi fazla olan aileler tarafından daha fazla tüketildiğini göstermektedir. İnsanlar ne kadar sağlıklı beslendiğine değil ne kadar uygun fiyata beslendiğine dikkat etmektedir. Örneğin tam buğday, çavdar ekmeği yerine daha uygun fiyatlı beyaz ekmeği tercih edilmektedir (6). Çağımızda ne yazık ki -bunun tam zıttı- gelir düzeyi yüksek olup sırf en pahalısını seçmenin, yemenin prestij olduğunu, en pahalının daha iyi olduğunu düşünen ve bu sebeple yediği her şeyin en pahalısını seçenler de ortaya çıkmıştır. Sonuç olarak beslenme konusundaki dezenformasyon farklı yaş dönemlerinde farklı etkilenmeler yapabilmektedir. Gençlik ve orta yaş dönemlerinde estetik kaygı, orta ve ileri yaş dönemlerinde ise sağlıklı olma kaygısı ön plana geçmektedir. Kaynaklar 1) Mann J. And Truswell AS. Essential of Human Nutrition, Second Edition. Oxford UniversityPess ) Donini LM, Marsili D, Graziani MP ve ark. Orthorexianervosa: A Preliminary Study with A Proposalfordiagnosis and An Attempt to Measure Thedimension of Thephenomenon. Eat. WeightDisord ; 9(2): ) Annalise GM, Forney KJ, Keel PK Do you like Myphoto? Facebook Usemaintains Eating Disorder Risk. Int J. Eat Disord ;47(5): ) Steinhausen HC. Anorexia and Bulimia Nervosa. Child and Adolescent Psychiatry, 4. Edition. Ed: M. Rutter, E. Taylor; ) Arnold MJ. and Reynolds KE. Approach and Avoidance Motivation: İnvestigating Hedonic consumption in a Retailsetting. Journal of Retailing ; 88(3): ) Baysal A. Sosyal Eşitsizliklerin Beslenmeye Etkisi. C.Ü. Tıp Fakültesi Dergisi ; 25(4) KIŞ SD 23

24 DOSYA: SAĞLIKTA DEZENFORMASYON Çocuklarda beslenme ile ilgili doğru bilinen yanlışlar Prof. Dr. Fahri Ovalı Orta öğrenimini Özel Darüşşafaka Lisesinde tamamladı yılında İstanbul Tıp Fakültesindeki lisans eğitimini, yılında çocuk sağlığı ve hastalıkları ihtisasını tamamladı yılları arasında İstanbul Tıp Fakültesinde, yıllarında da Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesinde görev yaptı yılında doçent, yılında profesör oldu yılları arasında Zeynep Kâmil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Hastanesinde Yeni Doğan Yoğun Bakım Ünitesi eğitim sorumlusu ve başhekimi olarak görev yaptı. Tıpta Uzmanlık Kurulu (TUK) üyeliği ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi Rektör Yardımcılığı görevlerinde bulunan Dr. Ovalı, halen İstanbul Medeniyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı olarak görev yapmaktadır. Çocukları erişkinlerden ayıran en önemli fark, çocukların sürekli bir büyüme ve gelişme içinde olmalarıdır. Büyümekte ve gelişmekte olan bir organizmada ortaya çıkacak her türlü hata, bireyin ileriki hayatını etkileme kapasitesine sahiptir. Beslenme, çocuk sağlığının ve gelişiminin temel taşıdır. Çocuklarda beslenme yalnızca günlük hayatın idamesini hedefleyen basit bir karın doyurma nın ötesinde hem günlük hayata hem geleceğe hem de gelecek nesillere etkisi görülebilecek ciddi ve önemli bir eylem dir. Genel sağlık önlemleri ve uyumlu bir çevre ile birlikte doğru yapılan beslenme, çocukların hayat boyu sağlıklı kalmalarının en önemli belirleyicilerinden biridir. Programlama olarak bilinen bu durum, aslında doğumdan önce anne karnında iken başlar ve tüm çocukluk çağı boyunca devam eder. Oysa ki günümüzde gerek gazete, dergi gibi yazılı basında gerekse televizyon, radyo, internet gibi dijital kaynaklarda ve reklamlarda çocuk sağlığı ve çocuk beslenmesiyle ilgili sayısız yazı, öneri ve reçete vardır. Bununla birlikte halk arasında kuşaktan kuşağa aktarılan birçok yanlış uygulama ve bilgi de bulunmaktadır. Bu kaynakların büyük çoğunluğu, çocuk sağlığı ve hastalıkları ile çocuk beslenmesi konusunda yeterli ve gerekli eğitimi almamış, hatta konuyla ilgisiz kişilerden oluşurken bazı tıp mensuplarından da farklı önerilerinin geldiği görülmektedir. Öneriler bazen belirli konularda yoğunlaşmakta, adeta beslenme ile ilgili modalar oluşmakta, belirli bir süre sonra bu modalar geçmekte ve yerine yenileri gelmektedir. Halbuki çocuk beslenmesiyle ilgili bilgiler, uzun yıllar boyunca yapılmış binlerce bilimsel çalışma ve gözlem sonucunda elde edilmiş olup değişmesi de ancak yine aynı yöntemle mümkündür. Temel kurallar sabit kalmak kaydıyla toplumlar arasında sosyokültürel ve coğrafi farklar nedeniyle farklı beslenme rejimleri bulunması doğaldır. Bu nedenle ithal birtakım önerilerin sunulması kafa karıştırmasının ötesinde farklı bir ortamda yaşamakta olan çocuklara faydadan ziyade zarar verebilmektedir. Geçerliği erişkinlerde bile kanıtlanmamış, kişisel gözlem ve fikirlere dayalı uygulamaların çocuklarda uygulanmaya çalışılması çocuk istismarı kavramı içinde değerlendirilmelidir. Yeni doğan bir bebeğin beslenme konusundaki tek ihtiyacı annesinin sütüdür. Anne sütünün özellikleri ve faydalarını sıralamak, bu yazının konusu dışındadır ve binlerce sayfa anlatılabilir. Ancak özellikle belirtmek gerekir ki anne sütü bebeğin anlık ihtiyaçlarını karşıladığı gibi içerdiği çeşitli besin öğeleri, prebiyotik ve probiyotikleri, büyüme faktörleri ve hücreleri ile bebeğin sağlıklı bir şekilde gelişmesine ve solunum yolu enfeksiyonları, ishaller, idrar yolu enfeksiyonları ile inflamatuar bağırsak hastalıklarından korunmasına ciddi katkıda bulunmakta, erişkin yaşta görülebilecek şeker hastalığı, metabolik hastalık ve obezite, kalp hastalığı ve alerji gibi birçok hastalıktan korumakta, motor ve mental gelişimi artırmaktadır. Tüm bu nedenlerden dolayı bebeklere doğumdan sonraki ilk 6 ay yalnızca anne sütü verilmeli, başka hiçbir gıda verilmemeli, 6. aydan sonra tamamlayıcı beslenmeye geçilmekle birlikte anne sütüne en az aya kadar devam edilmelidir. İlk aylarda annelerin (ve anneanne ile babaannelerin) aklına takılan en önemli sorulardan biri; anne sütünün yetip yetmediği, yetmiyor ise ne yapılması gerektiği ve ek gıda verilip verilmemesi gerektiğidir. Toplumumuzda sağlıklı bir bebeğin tombul bebek olduğu yolunda bir kanaat vardır. Öncelikle bu yanlış bilginin ortadan kaldırılması gerekmektedir. Anne sütü alan ve kendi büyüme eğrisini takip eden bebek sağlıklı bir bebektir ve başkaca bir besine ihtiyacı yoktur. İlk saatlerde ve ilk günlerde anne sütü fazla olmayabilir. Ancak bu dönemde zaten bebeğin ihtiyacı da fazla olmadığı gibi mide kapasitesi de yüksek değildir ve bebek içgüdüsel olarak kendine gerekli sütü emer. Fazladan mama verilmesi veya anne sütünün sağılarak verilmesi, çocuğun ağırlığının artmasına sağlamasına rağmen daha sağlıklı olmasını sağlamaz, hatta kusmalara yol açabileceği gibi bebeğin anne sütünü tamamen bırakmasına da neden olabilir. Özellikle ilk günlerde gelen ve 24 SD KIŞ

25 kolostrum adı verilen ilk süt çok daha kıymetlidir. Bu sütün rengi biraz daha sarımtırak ve kıvamı biraz daha koyudur. Sonraki günlerde sütün rengi açılır ve kıvamı biraz daha yumuşar, sulu bir görünüm alır. Bu durum normal olup, sütün yetersiz veya kalitesiz olduğu anlamına gelmez. Ülkemizde 6. aydan sonra verilebilecek mamaların reklamlarının yapılması mümkündür. Fakat birçok mama, doğumdan başlayarak ilerleyen her yaşa özgü mama serileri halinde üretilmektedir. Hepsinin ticari isimleri ve ambalajları aynı veya benzer olduğundan ilk 6 ayda verilebilecek mamaların da reklamları dolaylı olarak yapılmaktadır. Mamaların her ne kadar anne sütüne adapte edildikleri, yani yaklaştırıldıkları iddia edilse de hiçbir zaman anne sütünün yerini tam olarak tutamazlar. Bebeği mama ile beslemek bir statü sembolü değildir. Bebeği emzirmenin annenin fizyonomisini ve anatomisini bozduğu iddiası da doğru değildir. Anne sütünün %88 i sudur. Bebeğin vücut yapısındaki su miktarı da buna yakındır. Bu nedenle bebeğin su ihtiyacını tam olarak karşılar. Dolayısıyla anne sütü alan bebeğe yaz sıcağında olsa bile ilave su vermeye gerek yoktur. Annelerin yeterli sıvı tüketmeleri yetecektir. Bazı kaynaklarda bebeğin her ağladığında emzirilmesi, istediği kadar memede kalmasının sağlanması ve bebeğin yeterli kilo alıp almadığının kontrolü için her gün tartılması önerilmektedir. Bu öneriler, annelerde ciddi bir endişe yaratmaktadır. Oysa bebeğin ağlamasının birçok nedeni bulunabilir. Çünkü ağlama, bebekler için aynı zamanda bir iletişim yöntemidir ve bebekler birçok ihtiyacını ağlayarak belirtirler. Dolayısıyla her ağladığında bebeğin emzirilmesi gerekmez. Bebeğin ilk aylarda saatte bir, daha sonrasında saatte bir emzirilmesi yeterli olacaktır. Bebeğin memede en az 10 dakika, en fazla 30 dakika tutulması gerekir. Bu ritim oluşturulduktan sonra hem bebek hem de annesi rahatlayacaktır. Bebeğin aylık kontroller sırasında tartılması yeterlidir. İlk aylarda bebekler hızlıca kilo alırken daha sonra tartı alım hız yavaşlar. Bu dönemde annelerin bilgilendirilmesi ve aşırı beklentilerinin önlenmesi gerekir. Eskisi kadar tartı almaması gerekçesiyle ilk 6 ayda ek gıdalara başlanılması zararlıdır. Çevreden gelen telkinlerle veya bazı kaynaklarda yazan bilgilere göre bebeklere bazen erken dönemde inek sütü verilmeye başlanmaktadır. İnek sütü aslında buzağılar içindir! İnek sütünün anne sütüne göre protein, Çevreden gelen telkinlerle veya bazı kaynaklarda yazan bilgilere göre bebeklere bazen erken dönemde inek sütü verilmeye başlanmaktadır. İnek sütü aslında buzağılar içindir! İnek sütünün anne sütüne göre protein, kalsiyum ve fosfor içeriği yüksek; buna karşılık demir içeriği düşüktür. Keçi sütünün de proteini çok yüksek, buna karşılık folik asit içeriği düşüktür. Diğer bir deyişle, inek ve keçi sütlerinin erken dönemde bebeklere verilmesi zararlıdır ve anne sütünün yerine hiçbir şekilde doldurmaz. Ayrıca besin yetersizliğine ve böbrek hastalıklarına yol açma ihtimali bulunur KIŞ SD 25

26 kalsiyum ve fosfor içeriği yüksek; buna karşılık demir içeriği düşüktür. Keçi sütünün de proteini çok yüksek, buna karşılık folik asit içeriği düşüktür. Diğer bir deyişle, inek ve keçi sütlerinin erken dönemde bebeklere verilmesi zararlıdır ve anne sütünün yerine hiçbir şekilde doldurmaz. Ayrıca besin yetersizliğine ve böbrek hastalıklarına yol açma ihtimali bulunur (Şekil 1). Besin içeriğinin bebeğe uygun olmaması, kabızlık yapabilmesi, bağırsak kanamalarına neden olabilmesi ve böbreklere zararlı olması nedeniyle 1 yaşına kadar inek sütü verilmemelidir. İlk 6 aydan sonra anne sütüne devam edilmekle beraber ek gıdalara da başlanması gerekir. Ek gıdalara daha geç başlandığı zaman, anne sütü alıyor olmasına rağmen bebeğin tartı alması yavaşlayabildiği gibi, farklı tatlara alışması ve katı gıdalara geçmesi de sorunlu hale gelir. Daha da ötesi, bebeğin oral-motor gelişimi geri kalmaya başlar. Bu dönemde verilen ek besinler azar azar başlanarak artırılır. Yemeklerin sularına ekmek batırarak bebeğe vermenin ise bir faydası yoktur. Yiyeceğin kendisinin az miktarda da olsa verilmesi gerekir. Dikkat edilmesi gereken bir husus, bebeğin gıdalarına tuz ilave edilmemesidir. Bebek, kendisi için gerekli olan sodyumu, gıdaların içindeki doğal sodyumdan alır. İlave tuz verilmesi, bebeği susatıp susuz kalmasına (dehidratasyon) yol açabileceği gibi böbreklere zarar verir ve uzun dönemde kardiyovasküler has- talıkların oluşmasına zemin hazırlar. Bebeğin enerji ihtiyacı günde yaklaşık 80 kcal/kg dır ve bu ihtiyacın tamamlayıcı beslenme olmaksızın karşılaması mümkün değildir. Zira anne sütü aylarda enerji ihtiyacının %70 ini, aylarda %50 sini, aylarda ise % ını ancak karşılar. Tamamlayıcı besinlere, her seferinde tek bir besin olmak üzere yavaş yavaş, alıştırarak başlanmalı, bebeğin tat tercihlerine dikkat edilmelidir. Her ülkede ve her kültürde ek gıdalar farklı olabilir. Bu yüzden yabancı internet sitelerindeki veya yabancı dilden tercüme edilmiş kitaplardaki öneriler dikkatle incelenmelidir. Bizim yemek kültürümüzün önemli bir parçası olan ve çocuklar için oldukça faydalı olan tarhana çorbası, birçok tercüme kitapta öneri olarak yer almaz! Yabancı kaynaklar tahıl olarak mısır gevreğini önerirken bizim kültürümüzde buğday (ekmek) ve pirinç daha önemli bir yer tutar. Bebek artık büyümeye başladığı için tamamlayıcı beslenmede de dikkat edilecek en önemli nokta, dengeli beslenmedir. Yani bebeğin tahıl, baklagiller, koyu renk meyve ve sebzeler, süt-yumurta grubu ve kök sebze-meyveler grubundan dengeli şekilde alması yerinde olur. Kırmızı et tüketimi ile psikomotor gelişimin daha iyi olduğu yönünde çalışmalar vardır ancak bu durum çocuklara sürekli kırmızı et verilmesini gerektirmez. Kültürümüzde peynir ve yoğurt gibi fermente süt ürünleri oldukça yaygındır ve verilmesi faydalı olur. Yumurta önemli bir protein kaynağıdır ancak bir çok öneride yer aldığı şekliyle bıldırcın yumurtası verilmesinin tavuk yumurtasına bir üstünlüğü yoktur. Yumurtanın organik, gezen tavuk vb. olmasının da besleyici özellikler açısından bir üstünlüğü bulunmamaktadır. Ancak zararlı kimyasal maddeler içermediği için bebeği muhtemel toksik etkilerden korurlar. Hazır gıdaların daha besleyici olduğu yönündeki bilgiler doğru değildir. Bisküviler çocuğu daha tok tutabilir ve daha uzun süre uyumasını sağlayabilir. Ancak içinde bol miktarda şeker ve koruyucu madde bulunduğu unutulmamalıdır. Her ne kadar çok sevseler de çayın çocuk beslenmesinde yeri yoktur. Dolayısıyla sıklıkla yapıldığı şekliyle çayın içine bisküvi batırılarak bebeğe verilmesinin bebek beslenmesinde yeri yoktur. Hazır meyve sularının içinde de bol miktarda glikoz şurubu ve sülfit bulunduğu için çocuklara önerilmez. Televizyon reklamlarında sıklıkla hazır meyve sularını içen neşeli çocukların gösterilmesi büyük bir aldatmacadır. Mevsimine göre meyvelerin püre şeklinde verilmesi daha doğrudur ve ara öğünün bir parçası olabilir. Pekmez, kaynatılmış saf meyve suyu olduğu için verilmesinde sakınca yoktur. Beslenme ile ilgili ortaya çıkan en önemli korkulardan biri alerjidir. Özellikle yumurta, balık, deniz ürünleri, bal ve fındık-fıstık alerjisi nedeniyle bu besinlerin mümkün olduğunca geç, tercihen 1 yaşından sonra başlanması yönünde genel bir eğilim vardır. Ancak 6 26 SD KIŞ

27 aydan önce bu besinlere başlanılması gerçekten alerjik hastalıkları artırırken; 1 yaşından sonra başlanılmasının alerjik hastalıkları azalttığına dair bir veri yoktur. Dolayısıyla bu besinlere çok küçük miktarlarda da olsa 6. aydan sonra başlanılmasının alerji gelişme riskini azaltacağı öne sürülmektedir. 1 yaşından sonraki çocuk beslenmesinde şeker, tuz, çay ve kahve ile bitki sütlerinin yeri yoktur. Yine çocuklara gazlı içecekler kesinlikle verilmemelidir. Konserve ve hazır çorbalarda çok çeşitli E-grubu katkı maddeleri, monosodyum-glutamat ve aspartam bulunduğu için; sucuk ve sosislerde nitrit bulunduğu için kullanılmamalıdır. Kuru yemişlerin doğrudan küçük çocuklara verilmesi aspirasyon riski nedeniyle sakıncalıdır ancak öğütülerek diğer besinlerin içine karıştırılabilir. Aşırı lifli ve pişmemiş besinler de iştahı, demir ve çinko emilimini azalttığı için verilmemesi gereken besinler arasındadır. Çocuklara yine kepekli gıdalar ve bitki çayları verilmemesi ve çocuklara diyet yaptırılmaması gerekir. Organik gıdaların besin değeri diğer gıdalardan farklı değildir. Ancak bu gıdalarda kimyasal maddeler ve pestisitlerin karışma olasılığı daha düşük olduğu için bu yönüyle tercih edilebilir. Hazır cips, et ürünleri vb. gıdaların daha hijyenik ve daha besleyici oldukları kanısı doğru değildir. Bu besinler acil durumlarda belki kullanılabilir ancak içeriklerine dikkat edilmelidir. Genetiği değiştirilmiş besinlerin antibiyotik dirençleri daha fazla olduğu gibi toksik, kanserojen ve metabolik etkileri bilinmediğinden bu gıdaların bebeklere verilmemesi yerinde olur. Bebeğe her ne verilirse verilsin, besinler seafoodplus.info yani ilk kez başlandığında püre şeklinde verilebilmelidir. 7. aydan itibaren çatalla ezilerek, 9. ayda pütürlü şekilde aydan itibaren de küçük parçalar halinde verilmelidir. Bebeğin iyi beslenmesi ve yeteri kadar alması için 1 yaşından sonra bile bebeklere blenderden geçen besinler verilmesi doğru değildir ve beslenme bozukluğuna zemin hazırlar. Bu dönemde çocuklar sıklıkla hasta olabilirler. Hastalık dönemlerinde de beslenmeye aynı şekilde devam edilmelidir. Çocuklar ilk yaştan sonra aile sofrasına oturtulabilir ve mevcut yiyeceklerden tüketebilirler. Ancak çocukların birçok şey de olduğu gibi beslenmeyi de taklit yoluyla öğrendiği dikkate alındığında, sofradaki herkesin aynı yiyecekleri tüketmesi gerekir. Yani çocuklara ayrı, erişkinlere ayrı besinler hazırlanmamalıdır. Önce çocukların yedirilip daha sonra erişkinlerin sofraya oturması doğru değildir. Aileyle birlikte sofraya oturmanın kültürel ve psikomotor gelişim için çok önemli olduğu da unutulmamalıdır. Okul öncesi ve okul çağlarında çocukların fast-food tarzı yiyeceklere eğiliminin olduğu görülmektedir. Bu eğilimde toplumdaki sosyokültürel değişimler ve reklamlar önemli rol oynamaktadır. Özellikle adolesanlarda bu eğilim daha fazla görülmektedir. Bu yiyecekler, bazen hızlı hayat temposuna uyabilmek için, bazen statü sembolü olarak, bazen de lezzetli oldukları için tercih edilmektedir. İçlerinde bol miktarda yağ, şeker, tuz ve tatlandırıcı maddelerin bulunması bazı alışkanlıklar yaratabilmektedir. Günümüzdeki obezite epidemisinin en önemli nedenlerinden birisi de bu şekildeki beslenmedir. Bu sebeple okul çocuklarına mutlaka sağlıklı beslenme eğitimi verilmeli, çocuklar reklamlar ve sosyal medyanın saldırıları ndan korunmalıdır. Hazır içerikleri ve güvenlikleri konusunda, üretici firmanın verdiği bilgilere şüphesiz inanmak doğru değildir. Bu konuda yapılmış bağımsız, bilimsel araştırmaların sonuçlarına göre karar vermek gerekir. Ne yapılmalı? Mucize sonuçlar iddia eden, gizli bilgiler veren, özel olduğu söylenen veya kısa sürede dramatik sonuçları olduğu belirtilen ürünlerden; herhangi bir bilimsel temele dayanmayan ancak ünlü birisi tarafından reklamı yapılan ürünlerden ve gıda takviyelerinden uzak durulmalıdır. Ancak burada da yapılan bilimsel çalışmaların doğru bir şekilde sunulduğundan ve sonuçlarının anlaşılabilir olduğundan emin olunmalıdır. Neyin, ne kadar yenme(me)si gerektiği ve çalışmanın hangi yaş gruplarını kapsadığına dikkat edilmelidir. Sınırlı sayıda olduğu söylenen, önceden ödeme yapılması gerektiren provokatif ürünlere dikkatli yaklaşılmalıdır. Bu ürünleri öneren kişilerin bilimsel ve akademik geçmişleri incelenmelidir. Aktarlarda satılan bitkisel kökenli ürünlerin çok büyük bir kısmı çocuklar için uygun değildir; hatta tehlikeli bile olabilir. Aile büyüklerinden öğrenilen geleneksel bilgilerin de güvenirliği sorgulanmalıdır. Bilgi için başvurulan web seafoodplus.info,.gov, seafoodplus.info uzantılı olanlar daha güvenilir seafoodplus.info seafoodplus.info uzantılı olanlar ticari oldukları için güvenirlikleri daha düşüktür. Beslenme uzmanı olarak lanse edilen kişilerin eğitim aldıkları yerler ve aldıkları dereceler araştırılmalıdır. Televizyon ve diğer medya araçlarındaki beslenme önerilerinin kaynağı birkaç koldan doğrulanmalıdır. Sağlıklı bir hayat için dengeli beslenme ile birlikte fiziksel egzersiz, dumansız hava sahası ve diğer sağlıklı davranış tarzları çocuklara öğretilmeli, gıdaların üzerindeki etiketlerin okunması gerektiği vurgulanmalı ve sağlık okuryazarlığı artırılmalıdır. Herkes için geçerli olan o kural, çocuklar için de fazlasıyla geçerlidir: Ne yerseniz o sunuz! Anne Sütünün Diğer Sütlerden Farkları Anne sütü İnek sütü Keçi sütü Yağ Protein Laktoz Yağ Protein Laktoz Şekil 1: Anne sütü ve diğer sütlerin besin içerikleri Yağ Protein Laktoz KIŞ SD 27

28 DOSYA: SAĞLIKTA DEZENFORMASYON Beslenme ve diyetetik alanındaki bilgi kirliliği Prof. Dr. Gülgün Ersoy yılında Zonguldak, Ereğli de dünyaya geldi. İlk, orta ve lise öğrenimini burada tamamladı yılında Hacettepe Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümünden İhsan Doğramacı Üstün Başarı ödülünü alarak birincilikle mezun oldu. Mezuniyetinin ardından aynı yerde asistan olarak akademik eğitimine başladı. Sporcular üzerinde yaptığı araştırmalarla yılında doçent, yılında profesör unvanını aldı. Toplum Beslenmesi Anabilim Dalı Başkanlığı ve Türkiye Doping Kontrol Merkezi başkan yardımcılığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı Sağlık Yüksek Kurulu üyeliği görevlerini yürüttü. Ersoy, yılından itibaren İstanbul Medipol Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölüm Başkanlığı görevini yürütmektedir. Beslenme ve diyetetik, teknolojik gelişmelere paralel olarak her disiplini ilgilendiren, böylece pek çok bilimsel araştırma ve yayına konu olan, medya yoluyla birbiri ile çelişen haberlerle toplumda kargaşa yaratan ve gündemden hiç düşmeyen bir bilim alanıdır. Beslenme, besinlerin üretiminden vücutta kullanılmasına kadar tüm aşamalarda insan-besin ilişkisini inceleyen bir bilim dalıdır. Diyetetik ise besinlerin hastalıklardan korunma ve hastalıkların tedavisi noktasında tıbbi beslenme tedavisi planını temel alarak gelişmektedir. Beslenme, aynı zamanda dünyanın en büyük endüstrisi olan gıda endüstrisinin temelidir. Bunun sonucu olarak, reklamcılık ve halkla ilişkiler endüstrisinden politikacılara kadar büyük ilgi görmektedir. Beslenme son yıllarda günlük tartışma konusu haline gelmiştir. Gazete veya televizyonda beslenme haberinin yer almadığı bir gün bile yoktur. Bunun bir nedeni, insanların sağlıklarını düşünmek, okumak ve endişelenmek için her zamankinden daha fazla vakte sahip olmaları ve sağlık beklentilerinin çok daha yüksek olmasıdır. Diğer bir neden, kişilerin beslenmenin temel ilkelerini bilmemesi sebebiyle kendilerine beslenmeci diyen ama olmayan kişilere karşı korumasız kalmasıdır. Üçüncü bir neden ise az sayıdaki gerçek beslenme uzmanlarının sessiz kalmasıdır. Son olarak da modern reklamcılığın tüm ikna edici güçlerini kullanarak sağlıklı yiyecek satın alma konusundaki yoğun ticari baskı, propagandacılar ve şarlatanlar tarafından verilen yanıltıcı mesajlardır. Beslenmenin sağlık ve hastalıklar üzerindeki etkisinin açıkça ortaya konmasından sonra kişilerin sağlıklı kalmayı sürdürmek ve herhangi bir hastalık durumunda diyet planlarını oluşturmak için diyetisyene danışmak gereksinimi artmıştır. Beslenmenin tarihin tüm dönemlerinde insan yaşamı ve sağlığı için ön planda olduğu, bilimsel ve teknolojik gelişmelerle beslenme ve diyetetik biliminin sürekli geliştiği, beslenme bilgilerinin yenilendiği görülmektedir. Bu dinamik bilim alanı, gelecekte de insan yaşamının merkezinde olup, sağlığı etkilemeye devam edecektir. Beslenme Algısı Günümüzde özellikle de ülkemizdeki tüketiciler, bilgi kirliliği nedeniyle yedikleri ve içtikleri besinlerden endişe duymakta, yeterli ve doğru bilgiye sahip olmadıkları için de sağlık sorunu yaşamakta ve uzun dönemde ülkenin ekonomik ve sosyal yönden olumsuz etkilenmesine neden olmaktadır. Beslenme bilgisinin aktarımında bireylerin doğru ve sağlıklı bilgiye ulaşmasında yaşanan sorunlar; kitle iletişim araçlarıyla halka doğru mesajların verilmemesi, verilen mesajlarda kurumlar ve kişiler arası farklılıklar olması, kullanılan eğitim materyalleri arasında birlikteliğin olmaması şeklinde sıralanabilir. Türkiye de haber portallarında en fazla yer alan sağlık ve beslenme haberlerinin incelendiği Türk Medyasında Sağlık Haberlerinde Kaynak Değerlendirmesi araştırma sonuçlarına göre, sağlık ve beslenme haberlerinin %94,7 si imzasız olarak yayımlanmaktadır. Yaşanan bilgi kirliliğinin en önemli unsurlarından biri olan, kaynak belirtilmeyen haberlerin oranı ise %40,4 tür. En Fazla Merak Edilen Konu: Sağlıklı Beslenme Sabri Ülker Vakfı nın toplumda beslenme ve sağlık alanında yaşanan bilgi kirliliğine dikkat çekmek üzere hayata geçirdiği Sağlıklı Beslenme Bilgisi İçin Kullanılan Kaynaklar ve Bu Kaynaklara Güven araştırması ise toplumun yarıdan fazlasının sağlıklı beslenme konularıyla ilgili olarak, en çok uzman kimliği ile iletişim kanallarında yer alan isimlere güvendiğini ortaya koymuştur. Sosyal medyanın ise en çok bilgi alınan yer olmasına rağmen güven konusunda soru işaretleri doğurduğunu göstermiştir. Avrupa Gıda Bilgi Konseyi (EUFIC) Direktörünün açıklamasında Avrupa medyasında sağlık haberlerinin sadece %27 sinin bilimsel kanıtlara dayandığı, beslenme ve sağlık beyanlarının %46 sında hiçbir kaynağın yer almadığı, haberlerdeki iddiaların %49 unun ise ispatlanmamış olduğu bildirilmiştir. Türkiye de de sağlık ve beslenme konularındaki haberlere kamuoyunun ilgisi her geçen gün artmakta, arama motorlarında beslenme anahtar kelimesi aratıldığında 4 saniyede yaklaşık 52,4 milyon sonuca ( yılı verisi) ulaşıl- 28 SD KIŞ

29 maktadır. Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesinin, TÜBİTAK ın desteğiyle gerçekleştirdiği Türkiye de Sağlık Konulu Yayıncılık İlkelerinin Belirlenmesi: Kaynak, İleti ve Hedef Kitle Bağlamında Sağlık Konulu Yayınların Analizi () araştırması da toplumun iletişim kanallarından edindikleri bilgiye şüpheyle yaklaştığını ortaya koymuştur. Ülkemizde toplumu gıda ve beslenme sağlığıyla ilgili konularda doğru bilgilendirmek, sağlıklı ve doğru beslenme kültürü oluşturmak amacıyla, T.C. Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü tarafından, alanında uzman bilim adamlarının görev alacağı Ulusal Beslenme Konseyi (UBK) kurma çalışmaları sürmektedir. Türkiye nin gıda ve beslenmeye bağlı hastalıklarla ilgili sorunlarına çözüm bulmak amacıyla, bilim adamları tarafından Ulusal Beslenme Platformu kurulmuştur. Sabri Ülker Vakfı da kamuoyunun beslenme ve sağlık alanında bilimsel bilgi edinmesinin önemine dikkat çekerek bu alanda bilgi kirliliğinin önüne geçmek için çalışmalar yapmaktadır. Ülkemizde yapılan bir çalışma, tüketicinin doğru bilgi kaynağını tanımadığını ve ona ulaşamadığı için medyadaki bilgi kirliliği sebebiyle beslenme konusunda çok daha büyük yanlışlar yaptığını ortaya çıkarmıştır. Yazılı, görsel ve sosyal medyada beslenme ile ilgili yorumların alanında uzman olan kişiler tarafından yapılmasının ve halkın doğru bilgi kaynaklarına yönlendirilmesinin önemine dikkat çekmiştir. Beslenme konusunda medyada ortaya çıkan bilgi kirliliği, gereksiz ve yanlış bilgilerle sebebiyle bilgi obezitesi olan toplumun, bilimi temel alan bilgi detoksuna gereksinimi vardır. Bilgi kirliliği beraberinde doğru bilinen yanlışlar kavramını da ortaya çıkarmıştır. Beslenme ve Diyetetik Alanında Bilgi Kirliliğinin En Önemli Nedeni Nedir? Gelişen kitle iletişim araçları, bilgi iletimi ve haberleşmenin hız kazanması, değişen iş dünyası, hızlanan şehir yaşamı giderek daha fazla bilgi üretilmesini ve bilgiye daha kısa sürede ulaşabilmesini sağlamakta, böylece güvenilir bilginin kontrolü de zorlaşmaktadır. Kitle iletişim kanalları, özellikle medya kuruluşları bu kirliliği artırmakta, sağlık ve beslenme programlarında çoğu zaman konunun uzmanlarına yer vermemektedir. Ticari kaygılar nedeniyle besin etiket bilgileri ve reklamlarla tüketicileri yanıltılmaktadır. Örneğin tüketicilerde doğal, organik veya bitkisel olan her ürünün güvenilir olduğu algısı yaratılmakta, yan etkiler ve alerjik reaksiyonlar konusunda tüketiciler uyarılmamaktadır. Özellikle son yıllarda Türkiye de haber portallarında en fazla yer alan sağlık ve beslenme haberlerinin incelendiği Türk Medyasında Sağlık Haberlerinde Kaynak Değerlendirmesi araştırma sonuçlarına göre, sağlık ve beslenme haberlerinin %94,7 si imzasız olarak yayınlanmaktadır. Yaşanan bilgi kirliliğinin en önemli unsurlarından biri olan, kaynak belirtilmeyen haberlerin oranı ise %40,4 tür KIŞ SD 29

30 Beslenmenin uygulaması karmaşıktır. Her insanın besinler ve bedeni ile benzersiz bir ilişkisi vardır. Örneğin bilim, şişmanlığın; genetik, besin seçimleri, porsiyon büyüklükleri, kişilik özellikleri, fiziksel aktivite düzeyi ve bazen bir hastalık süreci veya başka bir fiziksel rahatsızlıktan etkilenen karmaşık bir durum olduğunu söyler. Bu karmaşık durumu basitleştirmeye istekli olan ve tek neden olarak belirli bir yiyeceği suçlayanlar vardır. Örneğin buğday, meyve, soda, şeker, glüten, yağ, nişasta, patates, fast food, yüksek fruktozlu mısır şurubu TV kanalları ve gazetelerin köşe yazılarında kanıta dayalı olmayan, gözleme dayalı açıklamalar yer almaktadır. Verilen mesajlardan biri de kolesterolden korkmayın mesajıdır. Kolesterol içeren besinleri hiç yememek mi, bol bol yemek mi gerekir? Bu aşamada beslenme bilimi devreye girerek insanı, kişisel olarak her yönüyle özellikle de aile ve beslenme öyküsü ile değerlendirme gereğini ortaya koyar. Diğer yandan kan grubuna göre beslenme gibi olumsuz bilgiler ve mesajlar da halka iletilmektedir. Yaz mevsiminin yaklaşması ile birlikte kısa sürede hızlı kilo verdiren diyetler gündeme gelmektedir. Mucize bir diyet ve besin yoktur. Örneğin ülkemizde yetişmeyen bazı tahılların mucize gibi gösterilerek, ülkemizin geleneksel besinlerinin değerinden söz edilmemesi, süt teknolojisindeki süreçlerin yanlış aktarılarak insanların kapı sütlerine yönlendirilmesi çarpıcı örneklerdir. Beslenme/diyet parmak izi gibi kişiye özeldir. Yaş, cinsiyet, özel durum ayırt etmeksizin herkese sunulan diyetlerin geçerliliğinin olmadığı seafoodplus.infoğlık okuryazarlığındaki yetersizlik, sağlık politikalarının başarısını etkiliyor Zayıflatma veya beslenme konusunda uzman olmayan kişilerin öneri vermesi, koçluk yapması hatta kitap çıkarması ABD de de yaşanan bir sorundur. Uzmanlar çoğu zaman bir manken çoğu zaman anne veya oyunculardır. Konu başlıkları ise şunlardır. Zayıflatan çorbalar, Vücudunuzdan ödemi atmanın 5 yolu, Yaza girmeden bir ayda istediğiniz kiloya kavuşun Günümüzde tüketiciler besinler, beslenme ve sağlık konusundaki bilgileri, genellikle televizyon, radyo, gazete, internet ve sosyal medya gibi çeşitli yollardan edinmektedir. Bu bilgiler birbiriyle çelişebilmekte, hatta kafa karıştırıcı olabilmektedir. Hem Avrupa da hem de Türkiye de yürütülen araştırmalar, iletişim kanallarında yer alan beslenme ile ilgili bilgilerin tamamının bilimsel kanıtlara ve referanslara dayanmadığını ortaya koymuştur. Dünyada ve ülkemizde hızla artan yeme bozuklukları gibi doğrudan beslenme ile ilişkili sağlık sorunlarının temel nedenlerinden birisi de insanların sağlıklı besinler konusunda içine düştükleri bu bilgi kirliliğidir. Diyetisyenlerin amacı temel olarak kilo verdirmek değil, sürdürülebilir sağlıklı beslenme alışkanlıkları kazandırmak için gerekli beslenme eğitimini vermektir. İnsan Beslenmesiyle İlgili Bilgi Kaynakları Gayret gösterilmeden üretilen düşüncelerin, eskilerin bize emaneti olan düşüncelerden daha uzağa taşınma şansı yoktur. Belki de bu nedenle insan beslenmesinin diğer bilimsel disiplinlerin çoğundan daha fazla fanatik doğurması şaşırtıcı değildir. Beslenme konusunda herhangi bir akademik disiplinden (tıp dışında) daha fazla gelenek-görenek etkilidir. Daha da önemlisi, bu fanatiklerin hükümet ve kurumlar üzerindeki aşırı etkilerinden dolayı, düşüncelerine medyada daha fazla yer verilmesidir. Bu durum özellikle, bir ürün hakkında kampanya yapacak ve satacak şeyler pazarlayanlar tarafından da desteklenmektedir. Halk beslenme konusunda ancak güvenilir danışmanların varlığında popüler kitaplardan, beslenme ile ilgili makalelerden, televizyon programlarından ve konuya dair sadece yüzeysel bilgilendirme yapan kişilerden uzak durmayı öğrenecektir. Böylece sağlık üzerinde gerçek bir etkiye sahip olunacaktır. Günümüzün ünlü ve popüler bilim kültürü, şeker diyabete neden oluyor, buğday sizin için kötü, şeker insan beslenmesinin gereksiz bir parçası, doğal besin destekleri her zaman güvenlidir gibi açıklamalar yapma- 30 SD KIŞ

31 ya devam etmektedir. Bu kışkırtıcı ve basit ifadeler, tipik olarak bilimsel bir gerçeğe dayanmaktadır. Ancak bunların uzun vadeli sağlıklı alışkanlıklara destek olduğu gerçekten düşünülmemelidir. Az sayıda da olsa beslenme bilimcileri, bu tür yalan bilgilere karşı konuşmaya isteklidir. Sessiz kalmak; hastalara, danışanlara, öğrencilere ve halka zarar vermekte ve mitler herkesin seçim özgürlüğünü etkilemekte hatta politikaları yönlendiren bürokratlar tarafından gerçeğe dönüştürülebilmektedir. Beslenmenin uygulaması karmaşıktır. Her insanın besinler ve bedeni ile benzersiz bir ilişkisi vardır. Örneğin bilim, şişmanlığın; genetik, besin seçimleri, porsiyon büyüklükleri, kişilik özellikleri, fiziksel aktivite düzeyi ve bazen bir hastalık süreci veya başka bir fiziksel rahatsızlıktan etkilenen karmaşık bir durum olduğunu söyler. Bu karmaşık durumu basitleştirmeye istekli olan ve tek neden olarak belirli bir yiyeceği suçlayanlar vardır. Örneğin buğday, meyve, soda, şeker, glüten, yağ, nişasta, patates, fast food, yüksek fruktozlu mısır şurubu Bu diyet planlarının birçoğu kilo kaybını tetiklemektedir. Çoğu zarar vermemekte ancak çok azı kalıcı kilo kaybını veya kişinin genel sağlığını desteklemektedir. Obezlerin mutlaka ortalama bir insandan daha fazla yemesi gerekmez. Obezite metabolik olduğu gibi genetik bir sorun olarak da ortaya çıkar. Bu durumda ev tipi tartılardan dergilerin, kitapların, kulüplerin ve diyetlerin satışına kadar obez ve kilolu kişilere yönelik dev endüstri insanlarda kafa karışıklığı yaratmıştır. Diyetisyenler hayal kırıklıklarını genellikle TV programlarında sessizce dile getirmektedir. Bu nedenle gerçek ve uzun vadeli davranış değişikliklerini güçlendiren beslenme eğitimi stratejileri uygulanabilir. Böylece insanlar bilimsel gerçeğe, bireysellik ve sağduyuya dayalı kendi beslenme kararlarını almaya teşvik edilebilir. Sağlıklı alışkanlıkları dikte etmek yerine insanlar eğitilebilir. Sağlık hizmetleri alanında, üniversitelerde, halk sağlığında, medyada, hükümetlerde ve gıda endüstrisi alanlarında çalışan beslenme ve diyet uzmanları, bilime dayalı beslenme bilgisini topluma tanıtmak ve desteklemek/korumak amacıyla özel eğitim almışlardır. Birincil beslenme eğitimcisi olarak çalışmak ve aktif olarak besin ve beslenme alanındaki yanlış bilgiyi düzeltmek sağlık personellerinin görevlerindendir. Doğru besin ve beslenme bilgisini, bilgi kirliliğinden ayırt etmek her zaman için kolay değildir. Doğru besin ve beslenme bilgisi, bilimsel çalışmaların ortak fikir birliği sonucu oluşturulmuştur. Besin ve beslenme konusundaki yanlış bilgiler, herhangi bir bilimsel temeli olmayan, hatalı, eksik ve yanıltıcı çalışmaların sonuçlarına dayanır. Kendi amaçlarına hizmet etmesi için (ürün satmak, belirli bir grubun ilgisini çekmek gibi) kasıtlı olarak veya bilinçsiz bir şekilde yayılabilir. Besin ve beslenme konusundaki yanlış bilgilendirmeler, bir besine yönelik moda, sağlıkta sahtekarlık veya yanlış yönlendirilmiş iddiaları içerir ve tüketicinin sağlığına zarar verebilir. Beslenme ve Diyet Uzmanlarının Rolü Beslenme ve diyetetik uzmanları, güncel ve yeni ortaya çıkan bilim temelli beslenme bilgisini halka iletmek için hazırdır. Beslenme bilgisinin medya ve tüketici hedefli materyaller aracılığıyla yayılmasında aktif rol almaları için teşvik edilmelidir. Genellikle rekabet halinde olan fitness uzmanları, psikologlar, ünlüler ve beslenme ile ilgili yasal yetkiye sahip olmayan diğer kişiler; beslenme yazılarının ve kitaplarının yazarlarıdır. Diyetisyenler, tüketici hedefli beslenme mesajlarını netleştirmek ve açıklığa kavuşturmakla yükümlüdürler. Medya ve tüketiciler için geliştirilen araştırmaları yorumlamaya yardımcı olabilirler. Besin ve beslenme ile ilgili yanlış bilgileri doğru bir şekilde tanımlayabilmek, buna katkı sağlamak ve bunlara karşı durmak için bilimsel literatürde yeterince güncel kalmak, her uzmanın sorumluluğundadır. Beslenme konusundaki önerilerinin tutarlılığı tüketicilerin kafa karışıklığını azaltır ve bilime dayalı beslenme bilgisinin güvenilirliğini artırır. Bu nedenle diğer sağlık personelleri, tüketicilere sağlık eğitimi vermek ve toplumun beslenme eğitimini sağlamak için beslenme ve diyet uzmanları ve eğitimcilerle iş birliği içinde olmalıdır. Doktorlar, hemşireler, aile hekimleri ve diğer sağlık uzmanları beslenme ve diyetetik uzmanlarının bilgi, beceri ve hizmetlerinden yararlanmalıdır. Sonuç İnsan beslenmesi, tüm dünyadaki üniversitelerde araştırılan ve öğretilen ciddi ve çok önemli bir bilimsel disiplindir. Günlük yaşam ile olan ilişkisi de onu bilimler arasında eşsiz kılmaktadır. Sadece bilimsel literatürde değil, aynı zamanda gazetelerde, dergilerde ve popüler kitap ve makalelerde de yazılmakta, TV ve radyolarda sıklıkla bu konu hakkında uzman olmayan insanlar tarafından konuşulmaktadır. Toplumlarda, küreselleşme sürecinde beklenen yaşam kalitesine ulaşmak için sağlıklı beslenme, sağlıklı yaşam biçiminin geliştirilmesi ve hastalıkların önlenmesi büyük önem taşır. Sağlığın geliştirilmesi; toplumun, besin, beslenme ve sağlık konularında bilinçlendirilmesi ve bu konulardaki eğitim ile mümkündür. Eğitimde temel amaç; kişi ve toplum sağlığının korunmasında, yeterli ve dengeli beslenme ile fiziksel aktivite düzeyini artırmaktır. Yeterli ve dengeli beslenme; kişisel özellikler göz önünde bulundurularak, besin çeşitliliği içerisinde enerji ve besin ögelerinin önerilen miktarlarda alınması ile sağlanır. Kaynaklar Baysal A. Beslenme. Hatiboğlu Yayınevi Baskı. Ankara, Marks V. Information, Misinformation and Disinformation in Human Nutrition. Nutrition and Food Science. February Merdol TK. Beslenme ve Diyetetik Biliminin Dünü, Bugünü ve Geleceği. İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dergisi ; 1(1) Position of the American Dietetic Association: Food and Nutrition Misinformation. ADA Reports /06/ $/0 (doi: /seafoodplus.info ) Sağlam K, Gümüş T. Yazılı, Görsel ve Sosyal Medyada Gıda ile İlgili Bilgi Kirliliğinin Halkın Gıda Tercihi Üzerine Etkileri. Gıda () 44 (1): doi: /seafoodplus.info Yüksel E. Kaya AY. Koçak A. Aydın S. Türkiye de Sağlık Konulu Yayınların Analizi Raporu. TUBİTA- KE 38 no lu proje, (erişim: ). (Erişim Tarihi: ) KIŞ SD 31

32 DOSYA: SAĞLIKTA DEZENFORMASYON Bilgi kirliliğinde sağlıklı gıdayı aramak Doç. Dr. Nihal Büyükuslu yılında Hacettepe Üniversitesi Kimya Bölümünden mezun oldu. YÖK bursuyla gittiği Nottingham Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya Bölümünde yılında doktorasını tamamladı yılında yeniden döndüğü akademik yaşamına farklı üniversitelerin moleküler biyoloji ve genetik ile beslenme ve diyetetik bölümlerinde devam etti yılından bugüne İstanbul Medipol Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümünde öğretim üyesi olarak çalışmakta ve Sağlık Bilimleri Enstitüsü Müdür Yardımcılığı görevini yürütmektedir. İnsanoğlunun varoluşunu sürdürmede sağlıklı olmanın ve sağlıklı kalmanın yolu; hava, su, yiyecek ve içecek kalitesinden geçer. Geçmişten günümüze toplayıcılık, avcılık ve tarımla birlikte yerleşik hayata geçiş, endüstri devrimi sonrasında yeni teknolojiyle (araba, uçak vb.) ortaya çıkan hareketlilik alanları, bilgi teknolojilerinin gelişmesiyle iletişim alanlarının genişlemesi (telefon, bilgisayar, internet vb.) gibi faktörler insan yaşamının değişmesine neden olmuştur. Ancak insanın var olduğu her dönemde yaşamını sürdürecek besinlere gereksinimi olmuştur. Dünya nüfusunun yılı itibarıyla 10 milyara ulaşacağı öngörülmektedir. Bu nedenle günümüzde gıda güvenliği ve gıda güvencesi en çok konuşulan konular arasında yer almaktadır. Gıda güvenliği (food safety) kavramı gıdaların işlenmesi, hazırlanması, depolanması ve son olarak tüketiciye sunulması süreçlerinde; gıda kaynaklı hastalıklara neden olan biyolojik, fiziksel ve kimyasal etkenleri önleyecek tedbirlerin alınmasını ifade eder. Gıda güvencesi (food security) kavramı ise bir toplumun beslenme ihtiyaçlarını karşılamak için yeteri miktarda ve ulaşılabilir gıda maddeleri üretme yeteneğini ve üretilen gıdalara erişiminin sürekliliğini ifade eder. Besinlere olan mutlak bağımlılığımız bizleri ihtiyaç, haz ve korku arasında bir yerlere hapseder. Yaşam mücadelesinin önemli bir kısmı aslında beslenme mücadelesidir. Bu nedenle ekmek aslanın ağzında dır ve ekmek parası kazanılır. Ekmek ile özdeşleştirilen gerçekte gıdalara ulaşma çabasıdır. Gıdaya ulaşmada üretici-satıcı-tüketici ilişkisi önemli ölçüde ekonomik temellere dayanır. TUİK yılı için hane halkı tüketim harcamasının dağılımı raporunda gelirin %20,3 ünün gıda ve alkolsüz içeceklere kullanıldığını belirtilmiştir. Ekonomik kısıtlılıklar bir yana sağlıklı-doğru gıdaya ulaşmak tüketici için önemli bir sorundur. Bilgi akışının (enformasyon) etkin olarak gerçekleştirildiği günümüz dünyasında, farklı kanallardan akan bilgilerin doğruluğunu-yanlışlığını (dezenformasyon) kontrol eden mekanizmalar tam anlamıyla oluşmamıştır. Bu nedenle insanlar, bilgi bulutları nın arasında güvenilir olduklarını düşündükleri kaynaklara önem vermekte ve gıda tercihlerini buna göre gerçekleştirmektedir. Çekirdek aile yapısı içinde beslenmenin planlanmasında gıdaların nasıl ve nereden temin edileceği önemlidir. Bilgilenme süreci, yazılı-sözlü basın ve internet (sanal bilgi) kaynaklarının yanı sıra üreticilerin reklamlar veya farklı kaynakları kullanarak verdiği bilgiler ile bireyin sosyokültürel çevresinde yer alan akraba-komşu-arkadaşlardan gelen bilgilerle iyice kaotik bir hale gelmektedir. Ülkemizde gıda ile ilgili düzenlemeler, Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından Türk Gıda Kodeksi Mevzuatı ile açıklanmakta ve yapılan güncellemelerle gıda güvenliği garanti altına alınmaktadır. Gıda Mevzuatı; gıda güvenliğini düzenleyen, gıda maddeleri ve gıda ile temasta bulunan madde ve malzemelerin üretimi, işlenmesi, dağıtımı ve satışı gibi her aşamayı kapsayan yasa, kanun, tebliğ, kararname, yönetmelik, talimat, genelge, yönerge ve taslakların tümüne verilen isimdir. Aslında gıdaların çiftlikten sofraya gelinceye kadar işlenme, depolama, ambalaj, etiket bilgileri dahil tüm proseslerinin gıda mevzuatına uygun yapılması gıda güvenliğinin sağlanmasında önemli ve gereklidir. Tüketici bu koşullarda sofrasına ulaşan her gıdaya güven duymalıdır. Ancak gerçek böyle değildir. Bireyler mutlak bağımlı oldukları gıdalara aynı zamanda bir tehdit unsuru olarak bakmaya başladıklarında sorunun kökenini daha farklı noktalarda aramak gerekir. Gıdalardan Neden Korkuyoruz? Beslenmek için bitkisel ve hayvansal olmak üzere iki tip gıda kaynağına ihtiyaç duyarız. Günümüzün şehir efsaneleri neredeyse her bir besin kaynağını bir korku unsuru haline getirmiştir. En temel tüketimlerimizden biri olan ekmek dahil süt, et, yumurta, sebzeler, meyveler hepsi birer düşmandır artık bizim için. Bir çeşit ne onunla ne onsuz durumu. Peki, gıdalardan korkmakta haksız mıyız? Dünya Sağlık Örgütü zararlı bakteri, virüs, parazit veya kimyasal madde bulaşan besinler nedeniyle ishalden kansere den fazla hastalığın ortaya çıktığını, yılda yaklaşık 10 kişiden birinin ( milyon) kontamine gıda yedikten sonra hastalandığını, kişinin öldüğünü rapor etmiştir. Kısaca gıda güvenliği, 32 SD KIŞ

33 beslenme ve gıda güvencesi birbiriyle yakın ilişkilidir. Gıda kaynaklı korkuların başında gıdaların insan sağlığına olası zararlı etkileri gelmektedir. Bitkisel kaynaklı gıdalarda; tohumdan (genetiği değiştirilmiş) başlayarak yetiştiği toprağın ve sulandığı suyun kirliliğine, yetiştirilmesi sırasında kullanılan pestisidler/herbisidler ve sentetik gübreler gibi kimyasallara, hasat sonrası daha uzun raf ömrüne sahip olması için ya da işlenmesi sırasında üretimin gerekliliği kullanılan kimyasallara kadar her aşamada oluşabilecek sağlık tehditleri tüketicide kaygıya neden olmaktadır. Hayvansal ürünlerde de durum farklı değildir. Hayvan yetiştiriciliğinde hayvanın besi kaynakları, hastalıklara karşı korunmasında kullanılan ilaçlar (özellikle antibiyotikler), büyüme süreçlerini etkileyen kimyasallar, yetiştirme koşulları (çiftlik-serbest), içme sularının temizliği, kesim sırasında ve sonrasında kullanılan kimyasallar, depolama koşullarının uygunluğu, soğuk zincirin sağlıklı uygulanması, vb. tüm etmenler sağlıklı hayvansal kaynaklara ulaşıldığı konusunda tüketicide kaygı oluşturabilmektedir. Çevremizde uyaranların çokluğu ve bilginin hızlı bir şekilde dağılması ile dönemsel olarak farklı gıdaların tehdit oluşturduğuna ya da bazı gıdaların çok faydalı etkilerinin konuşulduğuna tanık olmuşuzdur. Örneğin dört beyazdan (şeker, un, tuz, süt) uzak durunuz, ambalajlı süt tehlikelidir, açık süt tüketiniz, yoğurdunuzu kendiniz yapınız, ekmekte çok fazla koruyucu kullanılıyor, kesinlikle yemeyiniz, tavuk yetiştiriciliğinde hormon kullanılır, bu da özellikle çocuklarda sorunlara neden olur, kesinlikle yemeyiniz, rafine şeker diyabet ve kansere neden olur, asla tüketmeyiniz gibi olumsuz dürtülerin yanı sıra özellikle kansere ya da yaşlanmaya karşı koruduğuna dair onlarca sebze ve meyve önerileri iletişim mecralarında sıklıkla karşılaştığımız uyarılardır. Günümüzde en yaygın görülen sağlık sorunları olan kanser, diyabet ve kalp hastalıklarına yakalanma olasılığı, bireyleri ciddi anlamda konu ile ilgili tedbir almaya yönlendirmiş; bu da ticari olarak üretici ve satıcıların pazar oluşturma noktasındaki iştahlarını kabartmıştır. Medyada yaygın etkiye sahip olan farklı alanlardan, özellikle bilim dünyasından kişiler aracılığıyla tüketicilerin zaman zaman aklı karıştırılmakta ve tüketim alışkanlıklarının değiştirilmesi bu sayede sağlanmaktadır. Gıda Dezenformasyonunu Nasıl Önleriz? Gıda güvenliği; riskin değerlendirilmesi, yönetimi ve iletişimini içeren üç aşamalı bir modelle analiz edilmektedir. Risk değerlendirmesi, bağımsız otoriteler tarafından bilimsel olarak gerçekleştirilen şeffaf bir değerlendirmedir. Risk yönetimi, gıda güvenliğinin sağlanmasından sorumlu kamu otoritesinin gerçekleştirdiği politik bir süreç olup, ilgili mevzuatla gıda güvenliğini sağlayacak gerekli kararların alınmasını kapsar. Risk iletişimi, gıda güvenliği ile ilgili tüm tarafların arasındaki bilgi paylaşımını ve sonuçta tüketiciye doğru bilginin ulaştırılması için gerekli stratejilerin oluşturulmasını içerir. Dezenformasyon, Türk Dil Kurumu (TDK) sözlüğünde bilgi çarpıtma olarak adlandırılmaktadır. Dezenformasyon her alanda yanıltıcı ve tehlikelidir. Ancak söz konusu gıda olduğunda konu, çok daha dikkatle ele alınmalıdır. Gıda korkusu bireyin kaygı durumu yanında çevresel faktörler tarafından da uyarılabilen bir davranış biçimidir. TDK korkuyu bir tehlike veya tehlike düşüncesi karşısında duyulan kaygı, üzüntü olarak tanımlar. Tehlikeli durumlardan kaçınmak ise insanoğlunun verdiği en doğal tepkidir. Hangi nedenle olursa olsun herhangi bir gıda ile korku arasında bir ilişki kurulduğunda o gıdadan uzaklaşacak şekilde davranmak kaçınılmazdır. Oysa ki sağlıklı beslenme sağlıklı gıdaların tüketilmesiyle mümkündür. Dünyada, JECFA (The Joint FAO/ WHO Expert Committee on Food Additives-FAO/WHO Birleşik Uzmanlar Komitesi) ve EFSA (European Food Safety Authority-Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi) gıda risk değerlendirmesini bilimsel anlamda inceleyen ve bulgularını açık bir şekilde paylaşarak tavsiye niteliğinde kararlar alan, ancak yaptırımı olmayan kurumlardır. Ülkemizde bu konu Tarım ve Orman Bakanlığı Risk Değerlendirme Daire Başkanlığı sorumluluğundadır. Gerekli görüldüğünde Bakanlık mevzuatta ilgili değişiklikleri yapar, yayınlar, uygulanmasını sağlar ve denetler. Tarım ve Orman Bakanlığı aynı zamanda risk iletişiminden de sorumludur. Tüketiciyi doğru bilgilendirmek adına web sitesinde Tüketici Bilgi Köşesi üzerinden paylaşımlar yapar, kamu spotları hazırlar ve ALO hattı ile gıda konusundaki sorulara cevap verir. Kamu yetkilileri gıda güvenliğinin güvence altına alınmasını, riskin değerlendirilmesini ve yönetimini mevzuatlar çerçevesinde yürütürler. Ancak tüketiciye güvenilir kaynaklardan doğru bilginin aktarılması ve yanıltıcı bilgilerin önlenmesi için daha kapsamlı çalışmalara gereksinim vardır. Gıda güvenliği ile ilgili hangi kamu ya da bilimsel kurum ve kuruluşların, hangi organizasyonların halka mesaj verebileceği ya da bireysel mesajların doğruluğunun değerlendirilebileceği sistemlerin kurulması ve etkin kullanılmasıyla birlikte gıda dezenformasyonunun önüne geçilebilecektir. Böylece bireylerin sağlıklı gıdaya ulaşmasındaki korku ve kuşkularını ortadan kaldırmak da mümkün olacaktır. Bilgi temelli, sorumlu bilgilendirme önemlidir. Sağlıklı gıdaya ulaşma konusunda tüketicinin doğru bilgilendirilmesi, devletin ilgili kurumları, bilim insanları ve nitelikli sivil toplum örgütlerinin (dernekler, organizasyonlar vb.) bir arada çalışmasıyla mümkündür. Kaynaklar Atanman RP. () Tüketicinin Güvenli Gıdaya ve Doğru Bilgiye Ulaşım Hakkı. Türkiye Biyoetik Dergisi, 4(2), Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi (EFSA). (Erişim Tarihi: ). Dünya Sağlık Örgütü (DSO). news-room/fact-sheets/detail/food-safety (Erişim Tarihi: ). Gıda Tarım Organizasyonu (GTO). org/food/food-safety-quality/scientific-advice/jecfa/en/ (Erişim Tarihi: ). T.C. Tarım ve Orman Bakanlığı seafoodplus.info aspx?sayfaid=10 (Erişim Tarihi: ). T.C. Ticaret Bakanlığı data/5b90d20a13bbecafa/ekonomik_ Gorunum_seafoodplus.info (Erişim Tarihi: ). Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK). seafoodplus.info?metod=temelist (Erişim Tarihi: ). Türk Dil Kurumu. (Erişim Tarihi: ) KIŞ SD 33

34 DOSYA: SAĞLIKTA DEZENFORMASYON Sağlıklı yaşam ve egzersiz konusundaki mitler Dr. Esin Nur Taşdemir yılında Kilis te doğdu. İlk ve ortaöğretimini Gaziantep te tamamlayıp yılında Gaziantep Vehbi Dinçerler Fen Lisesi nden mezun oldu yılında Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesinden mezun oldu yılları arasında Ataşehir Toplum Sağlığı Merkezinde mecburi hizmet görevini yerine getirdi yılında İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Spor Hekimliği Anabilim Dalında tıpta uzmanlık eğitimine başladı ve halen aynı birimde görev yapmaktadır. Prof. Dr. Bülent Bayraktar İstanbul da doğdu. İstanbul Tıp Fakültesi nde eğitimini tamamladıktan sonra yılında uzman, yılında doçent ve yılında profesör oldu. Halen İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Spor Hekimliği Anabilim Dalı Başkanlığını yürütmektedir. İ.Ü. Spor Bilimleri Fakültesi Kurucu Dekanlığını yapmıştır. Beşiktaş Jimnastik Kulübünde ve Galatasaray Spor Kulübünde uzun yıllar kulüp ve takım doktorluğu ile sağlık kurulu başkanlığı görevlerini yürütmüştür yılından bu yana TFF Sağlık Kurulu Başkan Yardımcılığı görevi yanında farklı zaman dilimlerinde Milli Takımlar Sağlık Departmanı Koordinatörlüğü, A Milli Takım Doktorluğu, THF Sağlık Kurulu Üyeliği ve TTF Sağlık Kurulu Başkanlığı görevini de sürdürmektedir. Tarih boyunca bilgiler çeşitli yollarla yayılmış, kulaktan kulağa nesilden nesile aktarılmış, bu süreç içinde değişikliğe uğramış ve zamanla efsanelere dönüşmüştür. Mit kelimesi Yunancada söz anlamına gelen mythos kelimesinden türemiştir. Mit, eski çağlarda halk ağzında dolaşarak, zamanla bir inanış halini alan masal ya da hikaye anlamına gelmektedir. Dilimizde ise daha çok söylence, efsaneleşen kavram anlamında kullanılmaktadır. Modern çağda teknolojik gelişmelerle birlikte bilgiye ulaşım kolaylaşmıştır. Ancak bir bilginin doğrulanmadan kısa sürede geniş kitlelere ulaşması dezenformasyona ortam hazırlamaktadır. Dezenformasyon, birçok alan gibi spor ve egzersiz alanını da etkilemiştir. Bilimsel kanıt düzeyi sorgulanmamış ve kaynağı belli olmayan bilgi, günümüzde yılları beklemeden bir tıkla hepimize ulaşmakta, modern çağın efsaneleri olan mitler böylelikle oluşmaktadır. Bir bilginin doğruluğunun tespiti için ilk basamak, onu sorgulamaktır. Mitlerle ilgili sorun da burada karşımıza çıkar. Yeterince gerekçesi bulunmayan, kesin olmayan bir bilgiyi doğru sayma eğilimi sorunun temelini oluşturmaktadır. Bu sebeple egzersiz ve sağlıklı yaşam ile ilgili yaygın görüşleri inanış (mit) kategorisinden çıkarıp, bilimsel anlamda tartışmaya açmak dezenformasyonu engellemek adına önemli bir adımdır. Bu düşünceyle yola çıkarak yazımızın odak noktasını sağlıklı yaşam ve spor konusundaki mitlerin bilimsel olarak değerlendirilmesi olarak belirledik. Spor Sağlığa Zararlı Mıdır? Son zamanlarda özellikle ülkemizde televizyonlarda, köşe yazılarında ve sosyal medyada sıkça karşımıza çıkmaya başlayan bir cümle spor sağlığa zararlıdır ifadesidir. Öyle ki arama motorlarına spor ve sağlık kelimelerini yazdığımızda bu cümle karşımıza çıkan ilk sonuçlardan. Peki bu mitin herhangi bir doğruluk payı var mı? Bu miti bilimsel açıdan değerlendirmeden önce; fiziksel aktivite, egzersiz ve sporun tanımlarına, aralarındaki farkların neler olduğuna ve toplumda nasıl algılandığına bakmak gerekir. Fiziksel aktivite; iskelet kaslarının kasılması sonucunda, organizmada dinlenim enerji metabolizmasının üzerinde enerji harcaması yaratan vücut hareketleri olarak tanımlanır. Egzersiz, fiziksel uygunluğun (fit olmak) bir veya birden fazla parametresini korumak ve/veya geliştirmek amacıyla yapılan düzenli, planlı fiziksel aktiviteler dir (1). Spor ise, değişebilen tekniklerle değişmeyen, önceden belirlenmiş kurallar çerçevesinde kazanmaya yönelik olarak yapılan, bedensel gelişim de sağlayan hareketler bütünü dür. Tanımlarından da anlaşılacağı üzere egzersizin primer amacı sağlığın korunması ve geliştirilmesi iken sporun amacı ortaya üst düzey performans koymak ve kazanmaktır (2). Günlük yaşamda sıklıkla egzersiz ve spor kelimeleri birbirleri yerine kullanılmaktadır. Örneğin, sabahları parkta yürüyüşünü yapıp egzersiz aletleriyle dakika egzersiz yapan bir kişi spor yapan kişi olarak algılanmaktadır. Toplumda algılanan şekliyle spor/egzersiz sağlığa zararlıdır mitini bilimsel açıdan değerlendirdiğimizde ise egzersizin (düzenli fiziksel aktivite) sağlık açısından faydalı olduğu konusunda günümüzde şüphe yoktur yılında yayımlanan sistematik derlemede, düzenli fiziksel aktivitenin genel mortaliteyi azalttığı ve kronik hastalıklar (kardiyovasküler hastalık, tip 2 diyabet, hipertansiyon, obezite, safra kesesi has- 34 SD KIŞ

35 talıkları, meme kanseri, kolon kanseri, gestasyonel diyabet, iskemik kalp hastalığı ve iskemik inme) üzerine olumlu etkilerinin olduğu ortaya konmuştur (3). Bir başka ifadeyle, ölüme sebep olan en önemli sağlık sorunları dahil enfeksiyöz olmayan tüm kronik hastalıklara eş zamanlı olumlu etki sağlayabilen en önemli tedavi yöntemlerinden biri hiç kuşku yok ki düzenli egzersiz/spor yapmaktır. Birçok ülke hazırladığı rehberlerde düzenli fiziksel aktivitelerin sıklığı, yoğunluğu ve çeşitleri konusunda önerilerde bulunmuştur. T.C. Sağlık Bakanlığı tarafından yılında Türkiye Fiziksel Aktivite Rehberi, yılında ise Erişkin İçin Kronik Hastalıklarda Fiziksel Aktivite Rehberi yayımlanmıştır yılında yayımlanan ABD Fiziksel Aktivite Rehberinde de Sağlık Bakanlığının yayımladığı önerilere benzer olarak, daha önce bahsedilen faydaların elde edilmesi için haftada en az dakika ila dakika orta yoğunlukta veya 75 dakika ila dakika ileri yoğunlukta aerobik egzersiz (koşu, bisiklet, yüzme, yürüyüş, dans vb.) yapılmasını ve tüm büyük kas gruplarını içeren, haftada 2 veya daha fazla gün kas güçlendirici aktivitelerde bulunulması önerilmiştir (4). Bütün bunlara rağmen, gerek uygun ve standart sağlık değerlendirmelerinin yapılamaması, gerekse de kişiye özgü egzersizin uygun şekilde planlanamaması, özellikle bilinen kronik bir hastalığı olan ya da tanı almamış bir sağlık problemi olan popülasyonda zaman zaman ciddi boyutlara varan sağlık problemlerine yol açabilmektedir (5). Bunun yanında spor, doğası gereği (profesyonel ya da amatör düzeyde fark etmeksizin) performans gerektiren bir aktivitedir ve kazanma isteği ön planda olduğu için fizyolojik sınırlar zorlanmaktadır. Sporcuların genel popülasyonla karşılaştırıldığında, kendi cinsiyet ve yaş gruplarına göre çok daha formda ve sağlıklı olmaları beklenir ve bu çoğu zaman böyledir. Ancak bazen spor başarısı veya performansı ile genel sağlık durumu arasındaki ilişki mükemmellikten uzak olabilmektedir (6). Aşırı antrenman yükü, yanlış beslenme stratejileri, kişiye özel risk faktörlerinin ortaya konmaması ve gerekli önlemlerin alınamaması, yaralanmalara ve sağlık problemlerine sebep olmaktadır. Sporla ilişkili görülebilen sağlık problemlerinden en önemlisi kuşkusuz ani ölüm olaylarıdır. Her ne kadar ani ölüm olayları nadir görülse de bu trajik olay toplumda ciddi olumsuzluk ve hassasiyet yaratabilmektedir. Olası tüm sağlık problemleri ile birlikte ani ölüm riski de göz önüne alındığında, spora katılım öncesi klinik tarama ve standartların belirlenmesi önemli bir gerekliliktir. İlk olarak sporcunun şikayetinin olup olmadığı kaydedilmeli, sonra kardiyak sistem başta olmak üzere tüm sistemlerle ilgili şikayetlerin sorgulanmasının yapılması önerilmektedir. Bunun yanı sıra titiz bir şekilde tüm sistemlere ait fizik muayenenin yapılmasının tanısal açıdan önemi büyüktür. Özellikle lisans işlemi için birçok spor federasyonu tarafından istirahat ve egzersiz sırasında 12 kanallı EKG ve EKO yapılması zorunluluğu getirilmiştir. Değerlendirmeler sırasında sorun tespit edilen sporcular için ileri inceleme yöntemleri ile değerlendirme gerekmektedir (5). Fazla, Her Zaman Daha İyi Midir? Bahis konusu ister sağlıklı yaşam için yapılan egzersiz olsun, ister üst düzey Bir spor yaralanması sonrası iyileşmenin en iyi yönteminin dinlenme olduğu doğru bilinen yanlış lardan biridir. Yaralanan bir dokunun eski fonksiyonuna gelebilmesi için istirahat gereken durumlar olmakla birlikte, çoğu zaman erken mobilizasyon ve rehabilitasyon gereklidir. Sportif rehabilitasyonun amacı, mümkün olan en kısa sürede sporcuları önceki seviyelerindeki fonksiyonlarına ve performanslarına ulaştırmaktır. performans amacıyla yapılan antrenman/spor olsun, planlı ve düzenli olma gerekliliği ikisinin de ortak özelliklerindendir. Egzersiz/antrenman planlaması kişiye özel yapılmalıdır. Egzersiz programları kişinin fonksiyonel kapasitesi, sağlıklı veya hasta olup olmaması, kişisel tercihi, hedefi ve kişinin toleransı gibi faktörlere bağlı olarak değişebilir. Örneğin sedanter kişilerde düşük yoğunlukta ve uzun süreli egzersiz seçil KIŞ SD 35

36

9th International Medicine and Health Sciences Researches Congress (UTSAK), March , ( Poceeding Book)

Amaç: Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi tarafından Türkçeye kazandırılan Fizyoloji Kitabının incelenmesi ve içeriğinin paylaşılmasıdır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi tarafından İtalyanca aslından Türkçeye “Tercüme-i Fisiologica” ismiyle tercüme edilen ve Esin Kâhya’nın günümüz Türkçesine aktarımı olan “Mustafa Behçet Efendi ve Türkçe İlk Fizyoloji Kitabı” isimli eser incelenmiştir. Bulgular: Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi tarafından eserin orijinalinin yazarının Antonio isminde bir İtalyan olduğundan bahsedilmiştir. Esin Kâhya ön adı Antonio olan kişinin o dönemde fizyoloji konusunda eser vermiş tek kişi olan Leopold Marc Antonio Caldani olduğunu belirtmiştir. Fizyoloji kitabının orijinalinin Caldani tarafından yazılış tarihi ’tür. Mustafa Behçet Efendi’nin bu eserin tercümesini tarihleri arasında yaptığı tahmin edilmektedir. tarihli kitap haline getirilmiş çalışmada tercümenin Sultan III. Selim için yapıldığı belirtilmiştir. Osmanlı Devleti’nin gerileme döneminde kötü gidişe bir dur denilmesini isteyen ve nitekim ’te Mustafa Behçet Efendiye Kasımpaşa’da, Tersane Tıp Mektebininin (Tersane Tabibhanesinin) kurulması görevini veren III. Selim’in tıp eserlerinin tercüme edilmesini desteklemesi onun bilime verdiği önemi göstermesi bakımından dikkat çekicidir. İşte bu eserin günümüz Türkçesine kazandırılmasını sağlayan Esin Kâhya eserinin Birinci Bölümünde; Mustafa Behçet Efendi ve Döneminden, Fisioloci tercümesinin nüshalarından ve Caldani’den bahsederek son olarak Fisioloci tercümesinin kısaca değerlendirmesini yapmıştır. İkinci Bölümde ise Tercüme-i Fisiologica’nın günümüz Türkçesine aktarımına başlayarak sırasıyla, insan vücudunun unsurları, damarlar, kalbin hareketi ve kan dolaşımı, kan, lenf damarları, solunum ve fonksiyonları, beyin ve sinir yolları, beş duyu, kasların hareketi, uyku ve uyanıklık, açlık, susuzluk, çiğneme, yutma, midenin çalışması ve sindirimi, bedenin beslenmesi ve fazlalıkların atılması, idrar ve idrar yolları ile insanın doğumun keyfiyeti konularını aktarmıştır. Eserin son bölümünde İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü envanterinde H numarası ile kayıtlı olan “Fisyolocya Tercümesi” adlı eserin eski harfli Türkçe tıpkıbasımını sunmuştur. Sonuç: Türkiye’de modern tıp eğitiminin başlamasına öncülük etmiş olan Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi Türk Tıp Tarihinde farklı bir yere sahiptir. Fizyoloji kitabından başka dönemin önemli hastalıkları ile ilgili başka kitaplar da hazırlamıştır. Caldani tarafından fizyoloji hakkında yazılmış kitabın kısa süre sonra Türkçeye kazandırılması tıp alanında Avrupa’da kaydedilen başarıların takip edilmesi bakımından çok değerlidir. Eserin günümüz Türkçesine aktarılması konuyla ilgili kişilerin sadece bu kitabın varlığından haberdar olmalarını sağlamamış o dönemde kendi alanları ile ilgili insanlığın sahip olduğu bilgi düzeyini öğrenmelerini ve bunları günümüzle mukayese etme imkânı bulmalarını sağlamıştır. Önceki yüzyıllardan kalan tıp eserleri için de benzer çeviri ve günümüz Türkçesine aktarma çalışmalarının yapılmasının Türk bilim ve kültür tarihi açısından son derece önemli olduğunu düşünmekteyiz.

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir